İngiliz sinemasının en güçlü yönlerinden biri tiyatro ve özellikle Kraliyet Akademisi’nin oyuncularını kullanıyor olmasıdır. Hem Akademi, hem de BBC, sinema dünyasının en yetenekli oyuncularının çıktığı, hem ingiliz, hem Hollywood, hem de dünya sinemasında unutulmaz performanslarının temellerinin atıldığı okullar oldu tarihleri boyunca…
Bu iki okulun sinema dünyasındaki en önemli temsilcilerinden biri Peter O’Toole bugün hayata gözlerini yumdu. Orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen O’Toole, gazeteciliği deneyip ardından aktörlükte karar kıldığında ve kısa bir askerlik döneminin ardından Royal Academy of Dramatic Arts’a başvurduğunda sinema tarihine imza atan bir sınıf oluştu. Albert Finney, Alan Bates ve Richard Harris gibi ustalarla aynı sınıfa düşen O’Toole, sınıf arkadaşlarından daha çabuk bir şekilde sinemaya geçti ve yıldız oldu. 1956’da BBC dizilerinde küçük rollerle başlayan oyunculuk yaşamında daha yolun başındayken ilk büyük zirvesini yaşadı. 1962’te David Lean’in yönettiği Lawrence of Arabia’daki rolüyle sinema tarihinin en iyi oyunculuk performanslarından birini ortaya koydu.
Hemen 2 yıl sonra Becket’teki rolüyle yeteneklerini tüm sinema dünyasına kanıtladı ve artık rollerini kendisi seçmeye başladı. 1967’de The Night of Generals, 1968’de The Lion in Winter’la neredeyse her 2 yılda bir sinema klasiklerinde yer almaya başladı.
Oyunculuk stili hem aristokrat ingiliz havasını, hem de ingiliz işçi sınıfını bir araya getirebilen eşsiz bir karışım olduğu için 70’li yıllarda uçarı, aristokrasinin ve toplumun kurallarını tersleyen karakterleri başarıyla canlandırdı. Kraliyet ailesinin verdiği sir ünvanını da ideolojik nedenlerle belki de bu yüzden reddetti.
İçkiye aşırı düşkünlüğü, 1970’li yıllarda bir dizi ameliyatla sindirim sisteminin büyük bir bölümünü ameliyat masasına bırakmasına neden oldu. Bundan kaynaklanan sağlık sorunları nedeniyle sinema yaşamını daha düşük tempoda devam ettirdi. TV dizilerinde konuk oyunculuk, büyük Hollywood filmlerinde güçlü yan roller (örneğin 2004’te Troy’da Priam gibi) son 30 yılı ustalığının keyfini çıkararak geçirmesini sağladı. Son İmparator gibi önemli klasiklerde, unutulmaz performanslara atmayı sürdürdü.
Rugby ve profesyonel olarak antrenörlük yapacak kadar kriket sevmesi, sıkı Sunderland taraftarlığı, “Güzel havalardan ve güneşten nefret ederim, benim için cennet bir dizi dumanaltı odadır” gibi özlü sözleriyle sinema dışında da renkli bir hayat sürdü.
Son olarak 8 kere oscar’a aday olup hiç alamadığını hatırlatalım, ki bu bize göre ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu gösteren başka bir durum.