Dipteyim, Sondayım, “Uçurum”dayım

haber

Önce Show TV için “Sınıf” diye bir diziyi kaleme aldı. Hazmı zor, dramı fazla, gerçeklerin Osmanlı tokadı kadar acıttığı, memleketimin gözardı edilen sorunlarını bir bir ekrana taşıyan bir diziydi. Kısacık ömründe neler işlenmedi ki bu dizide. Öğrencileri haplayan mahalle kabadayılarına, lisede okurken hamile kalıp kürtaj olan gencecik kızlara, hocasına kurşun sıkmaya cüret edebilen, aklı çelinmiş erkek öğrencilere, mahalle kabadayılarının baskısı altında ders işleyen öğretmenlere, satın alınmış / kendisini satmış polislere, bir geleceği olmadığı halde liseye gelen ve kendilerine bir gelecek yaratmaya çalışan gençlere, uyuşturucu müptelalarına değinilmişti altı bölümde. Bu da sağlam bir kurgu, akıcı bir üslupla yapılmıştı. İdealist iki öğretmenin uyuşturucuya ve onu liseye sokturan “kabadayı”lara olan savaşını konu alan dizi sadece altı bölümde Türkiye’nin portresini çıkarmayı başarmıştı. Şahane müziklerinden, sağlam oyunculukları ve yönetmenliğinden çok senaryosu dikkatleri çekiyordu. Her dizimizin bir diğerine benzediği şu son sekiz-dokuz yılda farklı bir iş olarak takdiri hak ediyordu “Sınıf”. Ne yazık ki kanalın dizinin arkasında durmaması ve bu nedenle bilerek ya da bilmeyerek yanlış günde ve saatte yayınlanması dizinin sadece altı bölüm sürmesine neden olmuştu. Dizi bu altı bölümüyle bize birisini tanıttı ve hafızalarımıza kazıdı: Kerem Deren.

Yetenekli senarist bu diziden kısa bir süre sonra “Ezel” ile tekrar karşımıza çıktı. Dizinin başarısız olma şansı yoktu. Hem Ay Yapım gibi en çok kazanan şirketi arkasına aldığından, hem de kadrosunu birbirinden ünlü ve yetenekli oyuncularla donattığından… Alexander Dumas’nın “Monte Cristo Kontu”ndan epey esinlenen dizi daha ilk bölümleriyle rekorlar kırmaya başlamıştı. Başarılı ilk sezondan sonra daha az başarılı ama gene ilkine yakın oranda sürükleyici ikinci sezonla dizi sona erdi. “Ezel”den sonra Deren’in uzun bir süre karşımıza çıkmayacağını düşünüyorduk ki bu dizinin bitişinden sonra verdiği ilk röportajda yeni sezon için bir diziye hazırlandığını açıkladı. “Ezel” gibi çok başarılı bir diziyi aşabilecek miydi? Yoksa “Ezel”in altında ezilecek bir diziye mi imzasını atacaktı? “Uçurum” adını verdiği dizisi yayınlanmaya başladığında Deren’in “Ezel”in gerisinde kalmayacağı ama “Ezel”i de aşamayacağı belli olmuştu. “Ezel”in kalıplarını kullanan Deren’in bu yeni dizisi reytinglerde beklenenleri veremedi ama şimdi, düşe kalka da olsa, ilk sezonunu tamamlamak üzere. Biz de bu yeni diziyi hem tanıtalım, hem de kısa bir şekilde eleştirelim istedik.

Deren, “Ezel” ile kurgusal karakterlerin birbirleriyle mücadelesine odaklanmıştı. “Sınıf”ın ardından tekrar gerçek hayatta yaşayan karakterleri anlatan bir dizi çekmek yerine “Ezel” gibi daha az acı verici, daha sürükleyici bir dizi yapmıştı. “Uçurum” ile “Sınıf”tan sonra tekrar gerçek hayatı olanca çıplaklığıyla ekranlarımıza taşıyor. Tekrar rahat koltuklarımızdan irkilerek doğrulmamızı, dışarıdaki (çalınan) hayatlar üzerine düşünmemizi sağlıyor. Uçurum, uçurumun kenarına gelmiş olsalar da hayata tutunmaya çalışan ve o uçurumdan düşmemek için uğraşan fahişeleri merkeze alan bir dizi. Konusundan bahsedeyim kısaca: Eva ve kardeşi Felicia ülkeleri Moldova’dan Türkiye’ye “daha iyi bir hayat/gelecek” için gelirler. Ama ne yazık ki kendilerini ülkeye sokan adam mafyanın yanında çalışan birisidir ve Eva ile Felicia çok geçmeden “kötü yol”a düşerler. Bir otelin bodrum katına kitlenen bu iki kadın hayatın acı verici yüzüyle karşılaşırlar. Bir süre sonra Eva otelden kaçmayı başarırken kardeşi otelde kalır, kaçamaz. Adem bir taksicidir. Güneydoğu’da PKK’lılarla savaşırken en yakın arkadaşının ölümüne sebep olan Adem bu gerçekle daha fazla baş edemez ve silahı kafasına dayar. Tam intihar edecekken Eva arabasına biner. Bundan bir kaç gün önce tekrar kafasına sıkmayı planlarken berber Arif tarafından “kurtarılır”. Adem, Eva’yı Yaman adlı pezevengin (=kadın satıcısı) elinden kurtarır. Bir süre sonra Adem, Eva ve Arif, Felicia’yı Yaman’ın elinden kurtarmak için planlar yapmaya başlarlar. Pınar da çok geçmeden olaylara dahil olacaktır.

Dizinin 15 bölümü yayınlandı. Reytingler pek iç açıcı değil. Haziran ayında bir finalle yayın hayatına son verilebileceği gibi ikinci sezon onayı da gelebilir. Şu an için pek bir şey belli değil. Dizi yukarıda da belirttiğim gibi fahişelerin hikayelerini ekrana taşıyor. Deren röportajlarında gerçeklerin daha da can yaktığını, kendisinin diziyi kurgularken bu gerçekleri hafiflettiğini belirtmişti. Şu haliyle bile dizi oldukça can yakıcı. “O…pu” denilip horlanan, zaman zaman dayak yiyen bu insanların bazılarının kendi ellerinde olmadan bu yola düştüklerini, fahişe olduklarını belirtiyor senarist. Dizide de buna sıkça değiniliyor. “Türkiye’de hayat çok güzel” denilip vatanından koparılıp Türkiye’ye getirilen ve zorla fahişe yapılan bu kadınların hayatları böyle bir diziyle ekrana taşınmayı hak ediyordu. Böylelikle dışarıda işlerin hiç de iyi gitmediği bir kez daha kanıtlanır, halkın vicdanı rahatsız edilirdi. Dizinin en başarılı yönlerinden bir tanesi derinlikli karakterleri olarak göze çarpıyor. Örneğin; filmin kötüsünü canlandıran Yaman diğer dizilerimizde sıkça karşılaştığımız gibi salt kötü bir karakter değil. Akla hayale gelmeyecek kötülükler yapmış olsa da diğer sahnelerde kendisine acımamız kolaylaşıyor. Tıpkı gerçek hayattaki gibi yüzde yüz kötülerin ve iyilerin olmaması dizinin en başarılı yönlerinden bir tanesi. Geçmişte kötülük yapan Arif’in geçmişi anlatılmadan önce Arif’in bir melek kadar iyilik dolu olduğunu düşünürken geçmişini öğrenmemizle şaşırmamız bir oluyor. Dizide yüzde yüz iyi ve yüzde yüz kötü karaktere yer yok. Çok iyi bir kız şu Eva derken Eva’nın otistik bir gence işkence yapabildiğini görüyoruz örneğin. Çevrenin de bu kötülükler ve iyilikler üzerinde şekillendirici olduğu yer yer belirtiliyor dizide. Bazı karakterlerin hikayeleri oldukça vasat olsa da genel olarak karakterlere orijinal hikayeler yazılmış. Sürükleyiciliği hiçbir şekilde yara almayan dizi bu gerçekleri yüzümüze vururken bizi de eleştiriyor. “Ancak izlersiniz, başka faaliyet yok” denmeye getiriliyor. Hak vermemek elde değil.

Dizide sadece fahişelerin acı veren hikayeleri anlatılmıyor. Arka planda yükselmeye çalışan Yaman gibi adamlarla bu adamların patronları arasındaki çatışmaya ve iktidar hırsına da değiniliyor. Deren “Sınıf” ve “Ezel”den sonra tekrar gücü elinde tutan ve bu güçle kötülükler yapan, yozlaşmış, Allahsızlaşmış insanları anlatıyor. Otizme değinip bu hastalık hakkında insanları bilgilendirmesi ve dikkatleri buraya da çekmesi dizinin bir diğer artısı.

Eksikleri arasındaysa ne yazık ki hep aynı hikayenin işlenmesi/anlatılması yer alıyor. Yayınlanan 15 bölüm “Görevimiz Felicia’yı Kurtarmak” şeklinde özetlenebilir. Bu on beş bölümde sürekli Felicia kurtarılmaya çalışılıyor ama dizinin ilerlemesi adına kurtarılamıyor. Sürükleyicilik bu klişe yüzünden zedelenmese de kalite düşüyor ne yazık ki. Gene de bu klişe kolayca göz ardı edilebiliyor. Hele hele Yeşilçam’dan kalma hikayelerin dibine vuran “Öyle Bir Geçer Zaman ki” (ismi de hatalı, ama neresi doğru ki!) gibi dandik ötesi dizilerle karşılaştırılınca bunun gibi bir kaç klişenin varlığı daha az rahatsız ediyor. “Uçurum” bir “Ezel” değil. Lakin belli bir standardı tutturmayı başaran, klişeleri yeri geldiğinde diğer diziler gibi zaman kazanmak yerine lehine kullanan, gerçek dünyanın acı verici yüzüne odaklanırken bu dünyayı “Öyle Bir Geçer Zaman ki” gibi sömürmeyen, acıtasyona kaçmayan, seyirciyi “aptal” yerine koymayan bir dizi. Mehmet Ali Nuroğlu, Selçuk Yöntem, Lavigna Longhi, Erdal Yıldız, Funda Eryiğit, Denise Capezze, Enis Arıkan, Kaya Akkaya ve Esra Ronabar’dan mürekkep kadronun sağlam performansları ile dizinin izlenirliliği daha da artıyor.

Yazıyı Travis Bickle’la sona erdirelim. Yaşayan en büyük yönetmenlerden Martin Scorsese’nin 1976 yılında kotardığı “Taxi Driver” neredeyse eksiksiz olan, her şeyiyle mükemmel bir film. Paul Schrader’ın senaryosunu yazdığı filmde Travis Bickle’ı Robert De Niro, küçük fahişe Iris’i Jodie Foster ve pezevengi Harvey Keitel canlandırmışlardır. Taksi şoförlüğü yapan Travis’in şans eseri karşılaştığı fahişe Iris’i kendisine kötü davranan “sahibi” Sport’tan kurtarmaya çalışması anlatılır filmde. Tabi film o kadar özelliksiz ve derinliksiz değil. Travis üzerinden yönetmen Vietnam Savaşı’ndan manyaklaşarak dönen askerlerin psikolojilerine değinirken Vietnam Savaşı’ndan sonra Amerika’nın geldiği hale odaklanılır. Kirlenmiş bir adamın hayatında bir kez olsun doğru bir şey yapmaya çalışması/Iris’i kurtarmaya çalışması/bir ‘Amerikan hero’ olmak istemesi de Travis üzerinden perdeye yansıtılır. Travis bir yandan şehrin kirlenmişliğinden dem vurarken, diğer yandan Iris’i Sport’tan kurtarmanın çarelerini arar. Bulabildiği tek çareyse finalde ortalığı kan gölüne çevirmektir.

“Uçurum”un yayınlanmadan önce pazarlanışı “Taxi Driver” üzerinden yapılmıştı. 15.bölümden sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki Adem karakteri ile Travis arasında epey bir benzerlik mevcut. Adem tıpkı Travis gibi savaş travması geçiren bir taksi şoförü. Sevdiği kadın ona ihanet etmiş. Travis’i ise seven bir kadın yok. İkisinin de tutunacak dalları yoktur. Yani uçurumun kenarındalar. Eva(Havva), Adem’in taksisine binince Adem yaşamak için bir amaca kavuşur. Tıpkı Iris’in Travis’in taksisine binerken Travis’in amacına kavuşması gibi. Bu iki kadın erkekleri hayatta tutarlar, onlara bir amaç verirler. İkisi  de sonunda ölüm de olsa bu amacı benimserler. Travis finalde ortalığı kan gölüne çevirirken Adem 15.bölümde oteli kan gölüne çevirir. Adem, Travis’in Türkiye’deki şubesidir. Travis kadar sorunlu, Travis kadar amacına sadık, Travis kadar aşık birisi.

“Uçurum”, her dizinin diğerine aşırı benzediği, kopyala-yapıştırdan öteye gidemediği şu dönemlerde izlenmeyi ve dert edindiği sorunları hakkında düşünülmeyi hak eden kaliteli bir dizi.

Tagged