ÖYS:Uzun süredir Türk dizisi izlemediğini tespit ettik.Neden şimdi Behzat Ç.?
İtirafçı: Doğrudur; fakat yanlış anlaşılmasın, yabancı dizilere de aynı mesafe de duruyorum. Sırf, Cnbc-e dizileri izledikleri için kendilerini çağdaş zanneden tiplere de delleniyorum. Yerli dizi izleyenlerden bir gömlek daha üstünler akılları sıra. Ulan, senin ne farkın var ki, sen de önüne koyulandan ayırt etmeden yiyorsun, sen de bilmem kaç sezon peşinden gidiyorsun bir dizinin. Bana, ‘ama onlar daha kaliteli ayağı’ yapmasınlar şimdi! Tamam, bir kıyaslamaya gittiğimizde onlar birçok yönden daha baskın çıkacaklardır; ancak hepsi mi çok iyi be kardeşim! Ha, bir de şu var: Adamlar, işlerini o kadar iyi makyajlıyorlar ki o makyajı temizleyip gerçeği görmek daha zorlaşıyor.
Ö:Kes traşı, anladık! ”Neden Behzat Ç.?” soruma gel.
İ: İlk bölümüydü sanırım, baktım bir adam delleniyor, bağırıyor-çağırıyor… Yine bilindik bir Türk dizisi (acı, keder, ızdırap, beylik laflar, toplumun hangi tabakasından olursa olsun inanılmaz şeyler yaşayan insanlar…) ile karşı karşıya olduğumu düşündüm ve kanal değiştirdim. Sonra üzerinden bir on bölüm rahat geçmiştir ki yine rastladım ve bu kez ekranda sahici bir şeylerin döndüğünü gördüm. En başta dili öyle geldi ve çekti beni ve o gün bugündür de izliyorum işte.
Ö:Adamlar sürekli küfrediyor ve kafayı çekiyorlar, buna mı sahici diyorsun?
İ:Evet, küfrediyorlar; çünkü küfürleri oraya koyan senarist de, ağzından savuran oyuncular da küfrün aslında hayatımızın bir parçası olduğunu gösteriyorlar. Sorabilirsiniz, ”Hayatımızın her parçasını koyabilir miyiz kurmaca dünyasına?”, bu mümkün aslında, ancak neye ve niçin hizmet ettiğinin bilincinde olmamız gerekir. Üstelik küfürlerden rahatsız olan Eda (Seda Bakan) ve Savcı Esra (Canan Ergüder) var. İsteyen pek ala onlarla özdeşim kurabilir. Ergenlere kötü örnek oluyor, ağızlarına pelesenk oluyor derseniz; o zaman ben de sorunun toplumsal bazda ele alınması gerektiğini söylerim. Biz, bireyler olarak karşımızdakilerini model olarak görmekten vazgeçip kendi şahıslarına münhasır bireyler olarak gördüğümüzde onların ağızlarındakileri de kopyala yapıştır yapmaktan vazgeçeriz. Kötü örnek oluyor, emniyet güçlerinin imajını zedeliyorlar diye sürekli alkol tüketmelerinden de rahatsız oluyorsunuz. Benim gördüğüm ise; alkolün, dizideki karakterlerin benliklerini tamamlayan bir parça olduğu, o kadar. Hatta bir bölümde Behzat (Erdal Beşikçioğlu) bir çok ülkede yasaklı bir içki olan absent içer; sinema filminde de esrar çeker. Şimdi soruyorum size, bu sahneler sırf süs olsun diye mi koyulmuşlardır? Ayrıca sahicilik derken, sadece küfürlerini ve sık alkol tüketimlerini anlamanız bence çok yetersiz kalır. Dizideki neredeyse her karakterin Ankara ağzını kullanmasının yanında bir de kendine özgü bir konuşma üslubu var. Tabi burada oyunculuk güçlerinin de önemli bir yeri var. Dizideki kişiliklerini yansıtır bir biçimde konuşuyorlar. Sözgelimi Harun (Fatih Artman)’un panik halde konuşmaları, Behzat’ın direk konuya geçilmesi için ”saçmasapan konuşma” demesi, Selim (Hakan Hatipoğlu)’in sinsiliğini belli edecek şekilde sinik ve kesik konuşmaları, Hayalet (İnanç Konukçu)’in düpedüz halkın göbeğinden geldiğini gösterir şekilde figüranlarla girdiği diyaloglar, Akbaba (Berkan Şal)’nın, yaralı geçmişinin bünyesinde bıraktığı izlerden dolayı atarlı lafları…
Ö: Mükemmel bir kadro diyorsun yani!
İ: Yok, öyle değil. Romanı da okumuş biri olarak bir çok kusur da buluyorum aslında. Ancak benim gibi düşündüğünü bildiğim bir kitle var ve bu kitle yerli dizilerimizdeki yapay oyunculuklardan, dilden; ajite edici senaryolardan, duygu patlamalarından, bıçkın delikanlılardan, her oyuncunun maymun gibi şebekliklere girdiği komedi bozuntularından, sıradan hayatlara sıradışı maceralar yaşatarak sınıfsal çöplüğe neden olan anlayıştan tiksinmiş ve kendini bu yüzden soyutlamış durumdayken Behzat Ç.’yi bir anlamda da iyi bir tepki olarak izlemeye başladı.
Ö:Yavvv, az önce yabancı dizi izleyenleri de aynı kefeye koyup savurmuştun; şimdi sadece bizimkilere bindiriyorsun.
İ: Dedim ya! Yabancı diziler makyajlı… Onları adamakıllı eleştirmek için ayrı bir soruşturma gerekir. Bizim dizilerin ne olduğu bir kilometreden farkediliyor. Ayrıca eleştirdim ama öyle ayrıntıya falan da girmedim; herkesin bildiği şeyleri tekrar ettim. Yoksa Okan Bayülgen’in yaptığı gibi zaten kendinden defolu olan bazı mankenleri, şarkıcıları, tv programlarını eleştirerek yeni yetmelere “Vay!!! çok zeki adam” dedirtmem kendime.
Ö: Oğlum sen şizofren misin?Ne yeni yetmesi, burda biz bizeyiz.
İ: Ha, pardon!
Ö:Kusur musur bişeyler diyordun, öt bakalım.
İ:Evet, Behzat ve ekibinden bahsediyorduk.Ekibi için Behzat bir baba figürü.Onun bu temsili durumu diğerlerinin (Harun, Akbaba, Hayalet, Eda ve Cevdet) işlerini icra etmesi açısından dizi başladığından beri statik halde kalmalarına neden oluyor. Behzat’a kıvraklıklar bahşedilirken mesela Harun; cinayet mahallinde veya cinayetlerin çözümünde aynı söylemleri tekrar ediyor, Akbaba; ceset analiz ediyor, Hayalet; bulunmak istenmeyenleri buluyor. Oysa ki bu karakterlerin sivil kişilikleri olabildiğince gerçekçi çizilmiş. Sivil ve resmi kişilikleri arasındaki üç boyutlu-tek boyutlu farktan dolayı dizinin polisiye yapısının kısmen de olsa zedelendiğini düşünüyorum. Bir diğer husus da Behzat ve ekibinin bir klan gibi olması… Aralarındaki samimiyete kimseyi dahil etmiyorlar ve dışarıda kalanların bakışları da yansıtılmadığında izleyici tek yönlü bir açıya hapsedilebiliyor çoğu kez. Ercüment Çözer(Nejat İşler)’in olduğu bölümler, ikinci sezon da Ahmet Uğurlu’nun oldukça farklı bir başkomiser karakteriyle diziye dahil edilmesi ve Cevdet (Berke Üzrek)’in bakışından Behzat ve ekibini görmemiz bahsettiğim kısır durumu ara ara da olsa değiştiren etmenler olarak mevcutlar. Yalnız, yiğidi öldürüp hakkını verelim. Hepsi de piyasanın üfürükten kahramanlar yarattığı bir dönemde gerçek birer anti-kahraman olmayı başarabiliyor. Öncelikle, gereksiz yere değerlerin yüceltilmesi işine soyunmuyorlar, cinayetlerin failleri karşısında üstten konuşmalar yapmıyorlar, kendi kişilikleri, algıları nasılsa o kadarını yansıtıyorlar.
Ö: Adam, o kadar derin devlete, amirlerine, mafyaya posta koyuyor. Nasıl da kahramanlık yapmıyormuş?
İ: Tamam, doğru. Derin devlete, siyasetçilere ve mafyaya atarlanıyor ama sadece o kadar. Şu ana kadar bu mecralarda yaşanan herhangi bir olayı çözebilmiş mi ya da çözse de istediği gibi neticelendirebilmiş mi? Hayır! Adaletin kucağına teslim edebildikleri ise sadece adi cinayetlerin faillerinden oluşuyor (Polat Alemdar’ın yaptığı gibi seyirciye suni katharsisler yaşatarak seyircinin gazını almıyor). Böylesi ülkemiz açısından daha gerçekçi değil mi sizce? ”Karanlık güçlere bu denli sataşıp da hala nasıl sağ kalabiliyor?” şeklinde bir sorunuz olsaydı sorunuzu gayet yerinde bulurdum. Söz konusu olan bir senaryo zaafıdır. Karanlık güç odaklarını vurgulamak için ille de Behzat’ın onlarla yüz göz olması gerekmez. Akıllarda artık iyice yer eden ”Behzat’a neden kimse bir şey yapmıyor-yapamıyor” soru işaretinin yarattığı önemli gediği kapayabilmek için Behzat’ın annesi Büyük Patron-Hanımefendi devreye sokuldu Behzat’ı en baştan beri koruyup kollayan kişi olarak. Belki de Emrah Serbes ve Ercan Mehmet Erdem’in en baştan beri düşündükleri şeydi; ancak Hanımefendi’nin birdenbire seyircinin önüne atılmasını bahsi geçen gediği kapatmak için yapılmış bir kurgu oyunu olarak görüyorum. İlk sezon, romanın sağlam kurgusundan hareket ettiği için son bölümde Şule’nin katil çıkmasının yadırgatıcı hiç bir yanı yoktu. Ercüment ve Behzat’ın (Habil ile Kabil) kardeş olma, Akbaba’nın ‘kesik parmak cinayetleri’ zanlısı olma ihtimalleri gibi sürprizlere millet ayılıyor bayılıyor. Bense; bunları, temelleri sağlam olmadığı için masa başı manevraları olarak görüyorum. 3.sezonda kurgu oyunlarına çok bel bağlamamalarını temenni ediyorum; yoksa buz gibi soğurum.
Ö:Kurgu oyunları bu kadar çoksa eğer sen ve senin gibilerin ”bize özgü bir polisiye” lafı havada kalmıyor mu? Sonuçta adamakıllı bir seri katili olmayan bir ülkedeyiz ve cinayet nedenlerimiz de çoğunlukla töre, namus, alacak-verecek meselesi, cinnet geçirme vs.
İ:Haklısınız, ancak bardağın dolu tarafı da var ve o kısım bir dizi film için bence yeterli bir doluluğa sahip; üstelik de polisiye türünde zayıf kalmış bir ülkede yaşıyorsak… Dizide geçen bir çok cinayeti çözebilmek için bırakın çok zeki olmayı dedektif bile olmak gerekmiyor. Malum, cinayet sebeblerimiz adi olunca doğal olarak cinayetlerin çözümü de son derece sıradan olabiliyor. Cinayetlerden birinin soruşturmasında, bilgisine başvurmak için gidilen şahsın evinde, Harun’un gördüğü bir fotoğrafla ilgili kel alaka bir bağlantı kurup ”ahanda katili buldum” demesi ve buna benzer bir çok ayrıntı o bize özgülüğün verileri olarak dizide yer alıyor. Bir de Ankara faktörünü hem bir bürokrasi şehri hem de bir İç Anadolu şehri olarak iyi değerlendiriyorlar. Ayrıca birileri veya bazı çevreler rahatsız olur diye suya sabuna dokunmayan dizilerimiz gibi yapmayarak elini taşın altına koyması, sosyal sorunlarımızı kurgusunun içine ustalıkla yedirmesi, adli sistemi, emniyet kurumunu ve o kurumdaki şahısları korkmadan eleştirebilmesini dizinin artı değerleri olarak görüyorum.Vatandaş olarak çok bayıldığımız, devlet kurumlarını ve o kurumların başındakileri yüceltme anlayışımıza karşı set çekiyor ve yüceltme mekanizmasının yapılan işle doğrudan bağlantılı olması gerektiğini belirtiyor. Dizideki Emniyet Müdürü’nü kirli ilişkilere girmiş ve makamını bu ilişkiler için kullanan birisi olarak tanıyoruz. Eğer ki ‘müdür’ün özel hayatı gösterilmiş olsaydı yozlaşmış olması kişisel bir nedene bağlanabilir ve kurumu işin içinden sıyrılabilirdi. Aynı şekilde özel yetkili savcının da sadece resmi kişiliğiyle dizide yer alması dizinin sadece şahışlara yüklenmek yerine bir anlayışa ve doğrudan devlet kurumlarına cesurca eleştirisini gösteriyor.
Ö:Şimdilik bu kadar yeter, sonraki sezona kadar tanık koruma programına alındın.
İ:Teşekkür ederim.