Daha önce yaptığımız “Bakınız Kulis” çalışmalarına Revolution’la devam ediyoruz. Dizi hakkında konuşmaya başladığımızda yazarlarımızdan Edip Can Rende ve Gültekin Turgut’un birbirinden farklı iki yazısı ortaya çıktığını fark ettik. Sizlere iki yazarımızın Revolution değerlendirmesini aktarıyoruz.
“Adını Devrim Koydum” (Edip Can Rende)
Bir J.J. Abrams dizisi ile daha karşınızdayız Bakınız okurları. Aslında Abrams dizisinden çok Eric Kripke dizisi Revolution… O yüzden bu kez Abrams’a az, Kripke’ye çok vuracağım. Abrams’tan başlayayım. Daha önce Fringe kulisinde de belirttiğimiz gibi Abrams “Lost”tan sonra beklentileri karşılayabilen bir tek “Fringe”e imzasını attı. Fringe de 3.sezonu ile Abrams’ın kariyeri gibi inişe geçti. “Alcatraz” ve “Undercovers” çabucak yayından kaldırıldı, “Person of Interest” Jonathan Nolan ve ekibi sayesinde en çok izlenen dizilerden oldu. Şunu söylemek mümkün bence: Abrams’ın ekibi paslandı, yaptıkları diziler birer klişeden ibaret. O yüzden Abrams’ın ekibini bırakıp “Supernatural”ın yaratıcısı Eric Kripke ile bir dizide buluşması birazcık heyecanlandırdı. Dizinin distopik bir gelecekte geçecek olması bu heyecanı birazcık daha arttırdı. Ne var ki dizi beklentileri karşılayamadı. Şimdilik ilk sezonu garanti ama sonrası pek garanti değil. Bu saatten sonra bu diziden bir başyapıt çıkması da olacak iş değil.
Neden başarısız bir dizi Revolution? Terra Nova’nın izinden gittiği için, o distopik gelecekte sadece bir ergenin hezeyanlarına odaklandığı için, yaratıcı olamadığı için, binbir klişeyi kullandığı için, elindeki tek kozu doğru dürüst kullanamadığı için, oyunculukları, yönetimi yerlerde süründüğü için, kısa metrajlı bir filmin kopyasından öteye gidemediği için, pembe dizilerde kullanılan entrikalara meylettiği için başarısız bir dizi Revolution.
Disutopik bir gelecekte geçiyor dizi… Devletlerin ortadan kalktığı, kaosun hüküm sürdüğü, otoritenin silahı olanın eline geçtiği, elektriğin olmadığı bir gelecek. Böyle bir gelecekte anlatılacak çok şey var. Sadece elektriğin birdenbire kesilmesinden ve 15 yıl boyunca dünyanın karanlıkta kalmasından çıkarılacak epey öykü vardır herhalde. Lakin Kripke ve senaristleri bunun yerine, yani orijinallik yerine, en basit yolu, yani klişeleri seçmişler. “Bir Amerikan ailesi olsun, bu ailedeki bireylerin yolları elektriğin gitmesi ile ayrılsın, bütün gücü elinde tutan bir adam olsun, bu adam bu aileden nefret etsin, bir psikopat karakter olsun, bu ailedeki kız, kaçırılan erkek kardeşini bulmak için (“Supernatural”daki gibi) her yolu denesin, arada geçmişe (flashback’le) gidelim, “şimdi”ye dönüldüğünde bu elemanlar 10 bölüm boyunca çayırda çimende, doğada “Lost”taki gibi dolaşsınlar. Sanki disutopik bir gelecek değil de cumhuriyet varmış gibi” şeklinde yaratılmış gibi duruyor bu dizi.
Charlie adındaki ergen karakter kendisinden daha ergen olan kardeşini bulmak ister ve akla gelebilecek her türlü mallığı yapar. Steven Spielberg’in dinozorlu dizisi Terra Nova’yı bitiren sebepler Revolution’ı da er geç bitirecek böyle devam edilmesi halinde. Ergen karakterin dallamalıkları, bir milyon yıl öncesine dönen Amerikan ailesinin 2012’deymişçesine yaşamlarına devam etmeleri, Amerikan milliyetçiliğini burada da devam ettirmeleri, pembe dizi entrikaları, Terra Nova’nın bitmesine sebep oldu. Bütün bunları Revolution’da da görüyoruz. Ölümün kol gezdiği bir dönemde karakterler “Amerika’yı tekrar kuralım” diyebiliyorlar mesela. Koskoca disutopik gelecek Amerika’yı kurmaya yeltenecek kazmalar ve ergen karakterler üzerinden anlatılıyor.
Hikayede sorunlar çok. Klişeler fazla. Milliyetçilik, çürümüş Amerikan aile kurumunun yüceltilme çabaları, on bölüm boyunca tek bir karakterin peşinden gidilmesi ile devam edemez bu dizi. Etraf taş devrine dönmüş, elektrik yok ama çocuğunu Amerika’da yetiştirmek isteyen karakterler var dizide. Bu milliyetçi tarafını bir kenara bırakalım en iyisi. Asıl sorun senaristlerde sadece tek bir kartın olması. O kart da “Elektrik neden gitti ki durup dururken?”den ibaret ve bu da pek de gizemli bir şey değil. Bu kartı o yüzden uzunca bir süre kullanmadılar, klişelere meylettiler, tek bir karakterin peşinden giden onca karakteri merkeze koydular, disutopyayı manzaradan ibaret saydılar, klişe kötü karakterlere yer verdiler, şaşırtmaya çalıştılar ama beceremediler. Ortaya attıkları gizemler ise güldürmekten öteye geçemedi (“bak bu kolyeden 12 tane var, 12 tanesini biraraya getirirsen elektrik de gelir”. Voltron’u oluşturacaklar sanki. Dizinin ne derece rezil olduğunu bu cümleden anlamak mümkün. 12 tane kolyeyi biraraya getirdiğinde elektrik gelecekmiş, adeta dalga geçiliyor insanlarla). Neresinden tutsan elinde kalan bir yapım bu.
Karakterler basit, klişe ve derinliksiz (elektriğin gelmesini sağlayan kolyeleri ele geçirip bütün dünyanın hükümdarı olmak isteyen klişe bir kötü karakter var yahu dizide, daha ne olsun!), hikayeler aynı şekilde klişe, oyunculuklar rezalet (birisi Elizabeth Mitchell’a oyunculuğu öğretsin), disutopya 5.sınıf bir disutopya (en kötü disutopik film bile bu diziye on basar). Ne halkın sorunlarına odaklanılıyor, ne de diktatöre karşı yürütülen mücadelenin hakkı veriliyor (hatta yer yer bu mücadele ile dalga geçmeye çabalıyor senaristler, ama bunu da beceremiyorlar). Dizi Lost’un, Fringe’in, Supernatural’ın ve Terra Nova’nın epey ekmeğini yiyor. Bu dizi Abrams’a yakıştı, lakin Kripke’ye hiç yakışmadı. Amerika’nın bazen bizim dizilerden bile daha kötülerine imza atabileceğini fark edip seviniyoruz. Dizinin tek sevindirici yanı bu olsa gerek.
Edip’ten Sonra Yazmanın Dayanılmaz Hafifliği (Gültekin Turgut)
Aslında sevgili Edip dizinin kötü yanlarını çok güzel bir biçimde dile getirmiş. Ben nedense 10 bölüm geçmiş olmasına rağmen izlemeye devam ediyorum. Bir an gelecek ve basit olan seçenekleri artık seçmeyeceklerine dair bir beklentim var sanırım. Aynı şeyi Terra Nova’da da yaşamıştım. O tam anlam kazanmışken bitti… Umarım Revolution’da bunu yaşamayız. Adı, yapımcıları, disutopik dünya vs. derken beklentiler çok büyük, ama görsellik daha 80’ler dizilerini aşabilmiş değil… Bir dünya yaratmanın maliyetleri çok ama çok büyük (bkz. Game of Thrones) O yüzden aslında dar bir alanda geçen Supernatural’in yaratıkları o diziyi kurtarırken burada olağanüstü bir durum görmeyi bekliyor ama kılıçlı sahnelerle yetinmek zorunda kalıyorsunuz…
Errol Flynn izlemişseniz de bu sahnelerin pek çekici olduğu söylenemez. Bence dizi gideceği yön konusunda kararsız… Ya ilk anda yarattığı beklenti üzerinden gidecek ya da sıradan bir yol ve arayış hikayesi olarak ömrünü tamamlayacak. Abrams’a gelince; aslında iyi fikirlerle yola çıkıp bir yerlerde yanlış tercihler yaptığını düşünüyorum. Filmler konusunda ise daha başarılı Ghost Protocol de Star Trek de Super8 de benim için iyi işlerdi. (Eleştiri hakkımı saklı tutarak söylüyorum bunu elbette)
Ama Lost’ta kötü bir sona, Fringe’de dengesiz bir akışa, Alcatraz’da devam edemeyişine bakarak diziler konusunda eski havasında olamadığını elbette söyleyebiliriz. Person of Interest bile bütün hatalarını örtebilir bence. Ya da internetten dizi izlemek, tüm dünayayı bir diziye esir edişiyle bile takdiri hakettiğini söyleyebiliriz. Ama Edip’ten ayrıldığımız nokta şu; Abrams uzunca bir süre daha bu sektörü domine edecektir. Biz burada daha çok Abrams ile başlayan cümleler kuracağız. Ben hala hayal ediş biçimini, emek harcadığı işlerin fikirlerini yeterince parlak buluyorum… Ama aynı anda bir çok iş bazı yetememezlikleri de beraberinde getiriyor sanırım. Abrams’ın savunması demeyelim bu yazdıklarıma ama biraz fazla haksızlık ediyoruz bence.. Abrams’tan hala bir iki iyi şey izleme şansımız var ki bence bunu heba etmemeliyiz.. Bunlardan birinin Revolution olma ihtimaliyse giderek azalıyor… Ama ben sonuna dek izleyeceğim Edip’in tüm ikna ediciliğine rağmen…