David Bowie’nin müziğe yeteneği olmasa, sesi güzel olmasa, şarkı yazamasa iyi bir oyuncu olabilirdi. Hepimizi üzen ölümünün ardından bunu kanıtlayan filmleri ve görüntüleri bir araya getirdik.
David Bowie’nin kamera karşısına geçtiği ilk kurgu yapım 1969 tarihli The Image oldu. Michael Armstrong’un yönettiği filmde Michael Byrne ve David Bowie başrolleri paylaştı. Bowie, ilk filminde şizofrenik bir sanatçının gördüğü hayali oynadı.
David Bowie’nin ekranlarda ilk göründüğü uzun metrajlı film ise Virgin Soldiers’tı… 2 saniyelik rolünün hakkını verdiğini söylememiz gerekiyor.
Nicolas Roeg Don’t Look Now’ı çektikten ve sinemaya bambaşka bir bakış açısı sağladıktan sonra Walter Tevis’in romanı The Man Who Fell to the Earth’ü çekmeye karar verdi. Başrol için görünüşü ve davranışlarıyla bu dünyaya yabancı hissini veren, uzaylı başkarakterin dünyada yaşananlara anlam veremeyen duruşunu yansıtan ve kitaptaki gibi karşısına geçtiği her insanı etkileyebilecek karizmaya sahip bir oyuncu arıyordu. David Bowie’nin yaşamına tanık olan bizler bu üç özelliğe en iyi uyan ismin David Bowie olduğunu biliyoruz ancak Roeg yönetmen dehasıyla durumu önceden fark etti ve kendisini sinemaya taşıyan ilk insan oldu.
Roeg ve Bowie işbirliğinden çıkan olağanüstü sonuç, birçok yönetmenin aklında yer etti. Birbirinden çok farklı karakterler için oyuncu ararken akılları ister istemez David Bowie’ye kayıyordu. “Dünyaya düşen adam” bu farklı karakterleri oynamaktan zevk aldığını ve hepsini ustalıkla canlandırabileceğini her seferinde gösterdi. “David Bowie mi, ne işi var bu filmde?” diye önyargıyla yaklaşanların hepsi laflarını yutmak zorunda kaldılar.
İkinci uzun metrajı, Marlene Dietrich ve Kim Novak gibi kült oyuncularla kamera karşısına geçtiği David Hemmings filmi “Just a Gigolo” oldu. Film o dönemde birçok kişiye çok farklı ve ağır geldiği için iyi eleştiriler alamadı. Ama akılda kalan olağanüstü sahneler yarattı.
Uli Edel’in 1981 tarihli filmi Christiane F’te bir sahnenin David Bowie konserinde geçmesi öngörülmüştü. Bowie, Edel’e her türlü kolaylığı sağladı.
BBC için çekilen Berthold Brecht uyarlaması Baal’da Brecht’in müzikal metninin sağladığı altyapıyla hem oyunculuğunu, hem şarkıcılığını konuşturdu.
BBC’nin ödüllü kısa animasyonu The Snowman’de giriş sunuşunu gerçekleştirdi ve anlatıcı olarak görev yaptı.
Bowie bir sonraki filminde vampir oldu. Yönetmen koltuğunda Tony Scott vardı. Filmin jeneriğinde açılışı Bauhaus’un “Bela Lugosi Öldü” diye yaptığını, kendisine Susan Sarandon ve Catherine Denevue’ün eşlik ettiğini söylersek, Bowie’nin bu janrın genel geçer kurallarına nasıl bir tokat attığını özetlemiş oluruz sanırız.
David Bowie, Nagisa Oshima’nın “Merry Christmas Mr.Lawrence”ında bir başyapıtta başrol oynarken bile rahat ve etkileyici bir oyunculuk sergilenebileceğini gösterdi. Japon ordusuna esir düşen ve japonca bildiği için iki tarafla da anlaşabilen, aradaki kültür ve gurur anlayışı farklarını hisseden Jack Selliers’ı belki de başka kimsenin oynayamayacağı şekilde canlandırdı.
Bu filmdeki bir sahne, belki de tüm savaş filmleri içinde en etkileyici sekanslardan biridir. Bowie’nin öpücüğü çok ama çok şey anlatır.
Böyle etkileyici bir film ve sahnelerden sonra herkesi ters köşeye yatıracak bir kararla Monty Python ekibinin çektiği Yellowbeard’de konuk oyuncu olarak yer aldı.
John Landis’in yönettiği Jeff Goldblum ve Michelle Pfeiffer ile birlikte David Cronenberg’in de oyuncu olarak yer aldığı Into the Night’ta yer aldığı 5 dakika bile döktürmesine yetti.
Julien Temple’ın yönettiği Patsy Kensit’in ve yan bir rolde Sade’nin de yer aldığı pek iyi eleştiriler almayan Absolute Beginners, onun bir şarkısı üzerinden hayata geçirildi.
Muppets’ların yaratıcısı Jim Henson’la bir fantastik/kukla müzikalinde bir araya geldiği Labyrinth de Bowie’nin sinema yaşamında önemli bir yer tuttu.
Martin Scorsese’nin The Last Temptation of the Christ’ında Pontius Pilate olarak karşımıza çıktığında ise usta yönetmenin ona boşu boşuna bu kısa rolü vermediğini biliyorduk.
Rosanna Arquette ile kamera karşısına çıktığı The Linguini Incident’ta bir komedide bile cool olunabileceğini kanıtladı.
Twin Peaks Fire Walk With Me’de David Lynch ve Bowie bir araya gelince ortaya normal bir sahnenin çıkması mümkün değildi zaten…
Julian Schnabel’ın çektiği ve dünyaca ünlü ressam/sokak sanatçısı Basquiat’nın hayatının anlatıldığı filmde Andy Warhol’u onun dışında birinin canlandırması düşünülemezdi.
David Bowie’nin kötü rollerinden biri bir gangsteri oynadığı BUSTED’daydı. Bowie bu ortalama filmde kendini rahat hissetmediğini daha sonraki röportajlarda tekrarladı.
Masalsı filmlerde gizemli karakterleri oynamayı seven David Bowie, Mr. Rice Secret’ta ölümcül hasta bir çocuğu ölümden kurtaran 400 yaşındaki bir adamı canlandırma fırsatını kaçırmadı.
Bowie’nin son oyunculuk performanslarından biri ünlü ve gizemli bilim adamı Nikola Tesla’yı oynadığı The Prestige oldu.
David Bowie’nin oyunculuk performanslarını toparladığımız yazıyı efsanevi Ricky Gervais dizisi The Extras’la bitirelim. Gervais’in acımasızca dalga geçtiği yüzlerce insanın intikamının Bowie tarafından alındığı sahneyle…