8 Aralık 1930’da viyana’da doğan ve avusturya-isviçre kökene sahip olan Schell, sanatsal açıdan şanslı bir çocukluk geçirdi. Annesi kendisi de bir tiyatro sahibi olan önemli bir oyuncu, babası Hermann Ferdinand Schell ise İsviçre’de popülerliğini sürdüren bir şair, romancı ve oyun yazarıydı.
Babası daha doğmadan önce Schell’in oyuncu olmasını istiyordu. Çocukluk yıllarında buna göre eğitim aldı, rol yapmayı ve şarkı söylemeyi öğrendi. 1938’de Hitler ve nazilerden kaçarak İsviçre’ye sığınan Schell ailesi Zürih’e yerleşti. Üniversiteye kadar olan eğitimini burada tamamlayan genç Schell, aynı zamanda futbol, kürek gibi sporlar da yaparak sağlıklı ve mutlu bir çocukluk geçirdi.
Üniversite yıllarında Basel Tiyatrosu’nda prova ve seçmelere katılan genç aktör, kısa sürede düzgün fiziği ve oyunculuk yetenekleriyle öne çıktı ve oyunculuğa adımını attı. Art arda başarılı oyunculuk performansları sergileyince kısa sürede yönetmenlerin ilgisini çekti ve 25 yaşında Kinder Mütter und ein General (Anneler, Çocuklar ve bir General) isimli filmde Klaus Kinski gibi büyük bir aktörün karşısında rol alma şansı yakaladı.
Schell, ABD’nin ilgisini çekene kadar 7 avrupa filminde daha oynadı. Beethoven ve Liszt çalabilecek düzeyde olan piyano bilgisi kendisine Broadway’in kapılarını açtı. Burada sergilediği olağanüstü performansların ardından da Hollywood’a geçti. Marlon Brando ve Montgomery Clift’le The Young Lions’ta karşılıklı oynadığında henüz 28 yaşındaydı.
1959’da Nüremberg davasını anlatan bir TV dizisinde rol alması hayatını değiştirdi. Judgment at Nüremberg’i çekmek için oyuncu arayan William Klemperer, Schell’i ve üç arkadaşını filmin kadrosuna dahil etti ve kendisine de başrolü verdi. 1961’de tüm sinema dünyasını sallayan film, Schell’e en iyi erkek oyuncu oscar’ını kazandırdı.
Schell, Hollywood’un kapısının kendisine sonuna kadar açılmasına rağmen her zaman avrupalılığını ve kültürünü korudu. Yönetmenliğe merak sardı ve Kafka’nın Der Schloss ve Turgenyev’in İlk Aşk’ı gibi zor romanları sinemaya aktardı. Yönettiği Fussgaenger (Yaya) isimli filmi en iyi yabancı film oscar’ına aday oldu.
Almanca, fransızca ve ingilizce’yi büyük ustalıkla konuşuyor olması Hollywood’da çekilen nazi filmlerinin aranan aktörü olmasını sağladı. Genelde nazilerle savaşan ve almanya’dan kaçmak zorunda kalan alman karakterleri oynadı. Counterpoint (1968), The Odessa File (1974), The Man in the Glass Booth (1975), A Bridge Too Far (1977), Cross of Iron (1977) ve Julia’da (1977) sinema tarinin en iyi oyuncuları karşısında başarılı performanslar sergiledi.
Schell’in oyunculuk yetenekleri sadece ikinci dünya savaşıyla sınırlı değildi. Topkapı’da bir hırsızı, Simon Bolivar isimli filmde venezuellalı lideri, Black Hole’da deli bir profesörü, Peter the Great’te Laurence Olivier, Vanessa Redgrave ve Trevor Howard’la birlikte rusya imparatorunu oynadı. Marlon Brando ile The Freshman’de komediyi, John Carpenter klasiği Vampires’ta da korkuyu denedi. Liderleri oynamayı Stalin’in hayatının anlatıldığı TV dizisinde Lenin’i oynayarak sürdürdü.
Hayatının son yıllarında karakter oyunculuğu, belgesel yönetmenliği gibi farklı alanları denedi ve çok da başarılı oldu. Leonard Bernstein’a “Keşke oyunculuğu seçmeyip piyano çalsaydı” dedirtecek kadar başarılı bir müzisyen olan Schell, 1 Şubat’ta Innsbruck’ta ağır zatüree sonucunda hayata gözlerini yumdu.