13. İzmir Kısa Film Festivali’nin En İyileri

haber

13. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, 20-26 Kasım tarihleri arasında İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Dünyanın dört bir yanından, çoğunlukla geçtiğimiz iki senede çekilmiş kaliteli kısa filmlerin yanı sıra ulusal yarışma için aday olan yerli kısa filmlerin de gösterildiği festivalde, Philip Jalladeau, Ümit Ünal gibi isimlerin söyleşileri de gerçekleşti. Kieslowski’nin kısa belgeselleri gibi değerli yan seçkiler de festival programına dahildi.

Festivalde seyirciyle buluşan (ve tabii izleme fırsatı bulduğumuz) bu kısa filmlerden öne çıkan on tanesini derledik. Bu on film haricinde, izlemeye değer beş kısa film önerimizi daha yazının sonunda bulabilirsiniz.

Gölgenin Ölümü – Dood Van Een Schaduw (2012)

Belçika-Fransa ortak yapımı, Tom Van Avermaet tarafından yönetilmiş bu yirmi dakikalık kısa film, 2012 Los Angeles Kısa Film Festivali’nde “Festivalin En İyisi” seçilmiş. Birinci Dünya Savaşı’nda şehit düşen ama bir tür arafta kısılı kalan ve buradan kurtulabilmek için belli sayıda gölge toplaması gereken Nathan Rijckx karakterini izlediğimiz “Gölgenin Ölümü”, nice uzun metrajda rastlanmayan bir zarafete sahip. Görsel yönden de kusursuza yakın bir iş çıkaran film ekibi, göz kırpmadan izlenen final sekansıyla bu şahane işi layıkıyla noktalıyor.

Anestezi – Li-chwi (2011)

Kim Souk-young’un yönettiği 2011 yapımı “Anestezi”, bir Güney Kore filminden bekleyebileceğimiz çoğu unsuru barındıran usta işi bir kısa film. Hastalarına anestezi uygulayıp akabinde tecavüz eden bir doktoru ele vermek isteyen çaylak hemşire Ji-hyon’la, daha gerçekçi ve ‘çıkarlı’ bir çözüm peşinde olan daha kıdemli diğer iki hemşire üzerinden vicdan kavramını sorgulatan film, son derece etkileyici bir finalle tüm bu anlattıklarını sonuca ulaştırıyor. Bu filmle, Güney Korelilerin uzun metrajda olduğu kadar kısada da maharetli olduklarını görmek mümkün.

 

Babam, Lenin ve Freddy  O Babas Mou, o Lenin Kai o Freddy (2011)

Son birkaç yıldır sinema alanında yükselişe geçip kendine özgü kaliteli eserler ortaya çıkarmaya başlayan Yunanistan’dan nefis bir kısa film “Babam, Lenin ve Freddy”. Adından anlaşılabileceği gibi, zoru başarıp hem sarsıcı bir baba-kız hikâyesi anlatıyor, hem siyasetin insanları nasıl etkileyebileceğine dair keskin gözlemler yapıyor, hem de Freddy Krueger aracılığıyla sinemanın kendisine bir tür saygı duruşunda bulunuyor (tüm bunları yirmi dakika içinde yapması da cabası). Filmin en başarılı yanı, isminden de anlaşılabileceği gibi, bu üç ayrı unsuru birbirine mahirce yedirip ortaya bütünlüklü bir iş çıkarabilmesi.

 

Son – The End (2011)

Saygıdeğer Fransız kadın oyuncu Charlotte Rampling’i hepimiz tanırız. Sağlam bir kariyeri var ve hâlâ nitelikli filmlerde yer almaya devam ediyor. “The End” filmiyle ilgili söze Rampling’le başlamamın sebebi, kendisinin filmin yalnızca başrolü değil aynı zamanda ‘başkarakteri’ olması. Charlotte Rampling, bir gün televizyonda yayınlanan bir filminden çıkartıldığını, yerine ‘yeni Charlotte Rampling’ diye anılan genç bir kadının yerleştirildiğini görünce neye uğradığını şaşırır. Değer bilmezlik üzerine, haklı olarak sıklıkla eleştirdiğimiz bu yeniden ısıtıp sunma (‘yeniden çevrim’) modası üzerine, sinemanın karanlık yüzü üzerine güzel bir kısa film.

 

Sekiz Çiçek – Acht Blumen (2011)

2011 İsviçre yapımı “Sekiz Çiçek”, internetin ve sosyal medyanın günümüzde bizi getirdiği vaziyeti olanca çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Birtakım kusurları olsa da, esas meselesi ve yaratıcı birtakım sekanslarıyla hedefi tutturan bir film olmayı da başarıyor. Hayatlarının çok büyük bir kısmını Facebook muadili bir internet sitesinde geçiren bir toplumu izliyoruz. Aylardır sevgili olup, ilk kez yüz yüze görüşecek olan bir çift görüyoruz (ve dehşete düşüyoruz, ama gerçekte de böyle çiftler olması işin en korkunç yanı). İnternet olmayınca kişiliği eksilenleri, insan ilişkilerinin en güzel yanlarını unutanları ve daha pek çok şeyi.

Son Otobüs – Posledni Autobus (2011)

“Son Otobüs” bir tür modern fabl. En sertinden ama. Av mevsiminde avcılardan kaçmaya çalışan hayvanları, pek diyalog kullanmaksızın, nefis bir şarkı (Teatro Fatal – Idem Si) eşliğinde anlatarak çarpıcı bir alegori kuruyor. İsminden de anlaşılabileceği gibi filmin büyük kısmı bir otobüsün içinde geçiyor. Slokvyalı yönetmen ikili, sadece on beş dakikada müthiş bir sinema diliyle insanı kendine hayran bırakan bir kısa film ortaya çıkarıyorlar. Seçkinin kaçırılmaması gereken parçalarından.

 

Iris (2012)

Hırvatistanlı Andrija Mardesic, “Iris”le kara filmlere çok eğlenceli bir saygı duruşunda bulunmuş.  Bir yandan film noirin köşetaşlarını kullanırken bir yandan da kendini ciddiye almayabilen, seyir zevki yüksek bir yapım. Görsel yönden muhteşem olmasa da tıkır tıkır işleyen senaryosu ve başarılı oyunculuklarıyla kara komedi seven herkesi yarım saat boyunca kendine bağlayabilecek bir yapım “Iris.”

Nefis AyrılıklarRupturas Deliciosas (2012)

Kız arkadaşı tarafından terk edilen genç bir adam, perişan haldedir. Henüz kendini toparlayamamışken, kalbinden artakalanları yemeye niyetli bir canavar ortaya çıkıverir… Frank Morales’in yönettiği İspanyol yapımı “Nefis Ayrılıklar”, sadece iki dakikada insanlar ve ilişkiler hakkında hassas ve hakiki tespitler yapıyor. Finalinin lezzeti de cabası. Hayatınızdan iki dakika ayırmanıza kesinlikle değecek bir kısa film.

Son Noel – The Last Christmas (2011) 

Kanadalı Geoff Redknap tarafından yönetilen “Son Noel”in en ilginç yanı, başladığı gibi bitmemesi. İsmine ve konusuna bakarak, ‘son’ vurgusuna rağmen sıradan bir noel filmi beklemek mümkün. Keza film, alzheimer’lı babaannesine bakan küçük bir çocuğun öyküsü olarak başlayıp bambaşka yerlere gidiyor. Muhtemelen bütçe eksikliği nedeniyle filmin göstermek istediği her şeyi gösterememesi, eksiler hanesine yazılabileceği gibi gerilimi arttırması dolayısıyla olumlu da kabul edilebilir. On iki dakika boyunca peyderpey artan bu gerilim seyirciye hoş bir seyir zevki yaşatıyor ve böylece ortaya eli yüzü düzgün bir kısa film çıkıyor.

Karmaşık Gün – Jam Today (2012)

Listeyi Birleşik Krallık yapımı “Karmaşık Gün”le kapatıyoruz. Ailesiyle bir tekne gezintisine çıkan Robert üzerinden, insanlığın en büyük çocukluk travmalarından birini çok güzel biçimde anlatıyor bu kısa film. Komşu teknedeki çiftin sevişmesini gençliğinin -belki de insan oluşunun- verdiği heyecanla izleyen Robert, bundan sadece bir gün sonra kendi anne babasının seviştiğini görünce aynı tepkiyi vermiyor elbette. “Karmaşık Gün”, kısa metrajın uzun metrajdan farklarını görmek açısından da önemli. Bir uzun metrajda böyle bir konu ele alınamaz, olsa olsa yan öğelerden biri olur: dolayısıyla etkisini sadece kısa metrajda koruyabilecek bir film bu. Dolayısıyla da övgüyü hak ediyor (ki Avrupa’nın birtakım kısa film festivallerinde ödüller almış.)

Diğer Öneriler:

-Adem’in Kuyusu

-Küçük Fahişe (Petite Pute)

-Büyük Kara Kurt’tan Kim Korkar (Kdo Se Boji Crnega Moza?)

-Nani

-Süpermen, Örümcek Adam ve Batman  (Superman, Spiderman Sau Batman)

Festivalde gösterilen tüm filmlerle ilgili ayrıntılı bilgi için: http://www.izmirkisafilm.org/tr

Tagged