Niobe isminin Antik Yunan’dan da öncesine uzanan kökenlere sahip olduğu düşünülür, ancak kesin kökeni hâlâ akademisyenler arasında tartışma konusudur. Bazı araştırmacılar, adın “niobos” yani sis veya pus kelimesiyle bağlantılı olabileceğini öne sürer. Bu da Niobe’nin döktüğü gözyaşlarını sabah yağan çiyle ilişkilendiren bir gönderme olabilir. Roma mitolojisinde ise Nioba olarak anılır. Çeşitli metinlerde ve mitlerde pek fazla lakap taşımasa da, hikâyesi başlı başına adını yas ve kederle eş anlamlı kılmıştır.
Niobe hakkındaki mitler, kibir, ilahi cezalandırma ve derin bir keder temalarını iç içe geçirir. Hayatına dair farklı anlatılar bulunsa da, onun trajik biçimde çocuklarını kaybetmesi hikâyesi en dokunaklı ve en kalıcı olanıdır; bu öykü, kutsallara karşı kibirli davranışların ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini açıkça gösterir.
Annelik sevincini doruklarda yaşayan Niobe, yedi oğlu ve yedi kızıyla gurur duyardı. Fakat bu gurur, kısa sürede karanlık bir gölgeye dönüştü. Büyüklenme ve aşırı bir kendini beğenmişlik anında, çocuklarının çokluğuyla övünerek, ikiz tanrıların annesi olan Titan Latona’dan üstün olduğunu iddia etti. Niobe’nin sözleri, basit bir karşılaştırmanın ötesindeydi; doğrudan tanrılara meydan okuyordu. Neden Latona’ya kendisinden daha fazla tapınıldığını sorguluyor, Latona’nın sadece iki çocuğu varken kendisinin on dört çocuğu olduğunu hatırlatıyordu.
Niobe’nin mitini anlatan kaynaklarda, Thebai halkının her yıl Latona, Artemis ve Apollo’yu onurlandırmak için düzenledikleri bir festivalden söz edilir. Bu festivalde insanlar başlarına defne yaprağı takar ve ateşte tütsü yakarlardı. Sembolik açıdan bakıldığında, Latona, Artemis ve Apollo’ya yapılan bu ritüeller kişisel gelişimi temsil eder. Defne yaprağı ve tütsü, Yunan mitolojisinde güneş tanrısı Apollo ile ilişkilendirilir. Defne ağacı, aynı zamanda Artemis’in de bir simgesidir ve insanın bilinçaltındaki bağımlılık ve tutkulardan (eros) kurtularak kendini aşmasını temsil eder. Egosunu ve kıskançlığını yenemeyen Niobe, Thebaililerin kendisini onurlandırmaları gerektiğine inanır.
Bu iddiayı kanıtlamak için, Niobe babası Tantalos’un Olimpos’ta tanrıların sofrasına oturan tek ölümlü olduğunu öne sürer; atalarının Zeus ve Atlas gibi tanrılar olduğunu ve Kadmos’un Kraliyet Soyu’ndan geldiğini anlatır. Ancak en önemlisi, Latona’dan daha fazla çocuğu olduğunu vurgular. Latona’nın sadece iki çocuğu varken kendisinin on dört çocuğu vardır. Burada Niobe, Latona’dan daha verimli olduğunu ve Thebaililerin kendisine taparak daha bereketli olacaklarını ima eder.
Öncelikle, Latona’nın babası olan Titan Koios’u—ki o sezgi ve muhakemenin tanrısıdır—“kimse o” diyerek küçümser. Sonra Thebai halkına Latona’nın zamanında çocuklarını doğuracak küçücük bir yer bile bulamadığını hatırlatır: “Ne gök ne yer ne de deniz bu sizin tanrıçanıza kapılarını açtı; bu tanrıçanız evrenden dışlanmıştı.” Bu küçümseme, Latona’nın bir zamanlar yaşam bulacak yerinin bile olmadığını; herkes tarafından reddedildiğini vurgular. Bunun nedeni ise Zeus’un kıskanç karısı Hera’nın Leto’ya verdiği huzursuzluk lanetidir. Niobe’nin son sözü ise Thebaililerin “yeterince kurban verdikleri”dir. Bunun üzerine halk başındaki defne yapraklarını çıkarır ve Latona’ya sunaklarını yarım bırakır.
“Ne büyük bir delilik! Gözlerinizin önünde duranları değil de, asla görmediğiniz varlıkları tercih etmek! Neden Latona’ya benden daha fazla ibadet edilsin? Babam, tanrıların sofrasında misafir edilen Tantalus’tu; annem ise bir tanrıçaydı. Kocam bu şehri, Thebai’yi, inşa etti ve hükmediyor; Frigya ise babadan kalma mirasımdır. Gözlerimi nereye çevirsem, gücümün unsurlarını görüyorum; hem görünüşüm hem de duruşum bir tanrıçaya yaraşır. Bunlara ek olarak, yedi oğlum ve yedi kızım var; üstelik oğullarım ve kızlarım için de soyuma layık eşler bekliyorum. Bununla övünmeye hakkım yok mu? Bana karşılık, yalnızca iki çocuğu olan Titan’ın kızı Latona’yı mı tercih edeceksiniz? Benim ondan yedi kat fazlam var. Gerçekten çok şanslıyım ve şanslı kalacağım! Kim bunu inkâr edebilir ki?”
Lato ve çocukları Artemis ve Apollo, bu sözleri duyduğunda hiç tartışmaya bile girmezler. Efsaneler Lato’nun Niobe’nin sözlerini çocuklarına aktardığını ve çocukların hiçbir şey söylemeden savaşa, daha doğrusu katliama hazırlandığını aktarır.
Altın yayıyla Apollo, Niobe’nin oğullarını birer birer öldürür. Artemis ise kızlarını oklarıyla hedef alır ve her birini aynı trajik sona sürükler. Thebai sokakları Niobe’nin soyunun kanıyla dolarken, annelerinin feryatları her yeri inletir.
Bu ilahi cezalandırmayı yaşadıktan sonra, Niobe dayanılmaz bir kedere gömülür. Kendi kibirli davranışının felakete yol açtığını fark etmek acısını daha da derinleştirir. Bu yüzden, bir zamanlar hayranlık duyulan o gururlu kadın, şimdi sadece bir gölge gibi Thebai sokaklarında dolaşır ve yıkılmış kalbinin çığlıkları yankılanır.
Halkın acıyan bakışlarından ve dedikodularından kurtulmak için Niobe, Sipylos Dağı’na (Manisa Sipil Dağı) kaçar. Orada, acılar içinde tanrılardan merhamet diler. Bu, ister son bir intikam ister bir acıma olsun, tanrılar onun çağrısına cevap verir. Niobe, kederinin doruğunda taşa dönüşür ve sonsuz gözyaşları döken bir heykel olur. Bu gözyaşları dağın eteklerinde bir dere oluşturur.
“Niobe, oğullarının, kızlarının ve kocasının bedenlerinin ortasında yere yığıldı ve keder onu taşa dönüştürdü. Rüzgâr saçlarını kımıldatamaz oldu, kan yüzünden çekildi ve rengi soldu; gözleri sabit bir keder ifadesiyle bakıyordu. Bu heykelin canlı olduğuna dair hiçbir belirti yoktu. Başını çeviremiyor, kollarını ya da bacaklarını oynatamıyordu; hatta içinde, dili damağına yapışmış ve sessizliğe gömülmüştü; damarlarında artık kan atışı yoktu ve iç organları da taşa dönüşmüştü; ama yine de ağlıyordu. Şiddetli bir kasırga onu alıp kendi ülkesine götürdü ve orada bir dağın tepesine bıraktı. Orada eriyip tükenirken, hâlâ mermer yüzünden gözyaşları süzülür (Ovid, VI, 301-312).”
Niobe’nin trajik hikâyesi, antik edebiyatın birkaç önemli eserinde karşımıza çıkar. Niobe’ye dair en eski referanslardan biri, Homeros’un İlyada’sında bulunur; burada Akhilleus, Priamos’a Niobe’nin hikâyesini anlatır. Bu hikâyenin bağlamı önemlidir, çünkü Niobe’yi sürekli kederin bir sembolü olarak öne çıkarır. Tıpkı Niobe’nin çocukları için sonsuz bir keder duyması gibi, Priamos da Akhilleus tarafından öldürülen ve gömülmeden yatan oğlu Hektor için yas tutar.
Niobe, Sophokles’in Antigone’sinde de anılır. Antigone kendi ölümüyle yüzleşirken, kendisi ile Niobe arasında bir benzerlik kurar ve kendi yaklaşan sonunu, Niobe’nin yaşadığı yalnızlık ve yalıtılmışlığın bir yansıması olarak görür. Niobe’nin acıları karşısındaki sessizliği, Antigone’nin kendi başkaldırısı ve trajik kaderi için bir sembol hâline gelir.
Heykel sanatında, 1583 yılında Roma’da keşfedilen Niobe Grubu, klasik sanatta Niobe’nin hikâyesinin en önemli betimlemelerinden biridir. Gerçekçi mermer heykeller, Niobe’nin Apollo ve Artemis’in oklarından çocuklarını korumaya çalıştığı anı tasvir eder. Bu heykeller daha sonra Floransa’daki Uffizi Galerisi’ne götürülmüş ve hâlâ orada sergilenmektedir.
Niobe’nin trajik hikâyesi tarih boyunca sanatçılara ve yazarlara ilham vermeye devam etmiştir. Rönesans ve Barok dönemlerinde, Niobe’nin kederi ve çocuklarının cezalandırılması ressamlar için popüler konular hâline gelmiştir.
Dikkat çeken eserler arasında, Hollandalı ressam Abraham Bloemaert’ın Niobe’nin Çocuklarının Ölümü (1591), İngiliz sanatçı Richard Wilson’ın Niobe’nin Çocuklarının Yok Edilmesi (1760) ve Fransız ressam Jacques-Louis David’in Diana ve Apollo’nun Niobe’nin Çocuklarını Oklarıyla Delmesi (1772) tabloları yer alır. Bu resimler, Niobe’nin kederinin duygusal yoğunluğunu ve Apollo ile Artemis’in ilahi gazabını öne çıkarır.