Johnny Cash, hayatı boyunca pek çok hikâye anlattı ama anlattığı hiçbir hikâye, A Boy Named Sue kadar kahkaha attırıp, bir yandan da hayat hakkında düşündürtmemiştir.
Bu satırları okuyanlar biliyordur ama belki bilmeyenler de vardır. Johnny Cash, 1932 doğumlu, Amerikan country müziğinin en efsanevi figürlerinden biridir. Hayata veda etmeden yine kendisi gibi efsanevi isimlerle yaptığı kayıtlar da ayrıca bir hazine gibidir.
Genelde yiğitlerin harman olduğu yerlerde büyüyüp sanatını geliştiren Cash, köklerini hiç unutmamak için hep siyah giydi. Ve bu yüzden The Man in Black lakabını da aldı. Hayatı ve müziği country, rock’n roll, gospel gibi türlerin arasında gidip geldi.
Johnny Cash’in öykülere olan merakı, onu hem bir şarkıcı hem de bir anlatıcı haline getirdi. A Boy Named Sue şarkısını sahnede kaydederken öyle doğaçlama bir enerjiyle söylemiştir ki, şarkının bazı yerlerinde kendisinin bile kıkırdamaktan geri duramadığını duyarsınız.
Hayat zor olsa da, gülerek geçmek mümkün!
Şarkımızın kahramanı daha minicik bir çocukken babası tarafından terk edilir. Geride annesine ve kendisine bir şey bırakmaz, bir eski gitar ve boş bir içki şişesi dışında. Daha da kötüsü var: Giderken oğlunun adını Sue koyar. Türkçe düşünürseniz, oğluna Ayşe ismini koyan bir babadan bahsediyoruz.
Bizim zavallı Sue büyürken sürekli dövüşmek zorunda kalır. Tanıştığı herkes kendisiyle dalga geçer. Sue da yumruklarıyla hayatı göğüsler. Ama içi içini yer: “Bir gün bu lanet ismi bana layık gören adamı bulup geberteceğim!”
Ve bulur da…
Ondan sonrasını Cash’ten dinleyelim…
Benim adım Sue!
Babam, ben üç yaşındayken evi terk etti
Annemle bana pek bir şey bırakmadı
Bir eski gitar ve boş bir içki şişesinden başka
Şimdi, ona kaçıp saklandığı için kızgın değilim
Ama yaptığı en kötü şey
Gitmeden önce bana Sue adını koymasıydı
Bunun komik olduğunu düşünmüş olmalı
Birçok kişiden bol bol kahkaha aldım
Hayatım boyunca hep kavga etmek zorunda kaldım
Bir kız kıkırdadığında kızarırdım
Bir erkek güldüğünde de kafasını kırardım
Size söylüyorum, “Sue” adındaki bir erkek için hayat kolay değil
Hızlı büyüdüm, huysuz oldum
Yumruklarım sertleşti, aklım keskinleşti
Utanmamak için kasaba kasaba dolaştım
Ama aya ve yıldızlara yemin ettim
Bütün barlarda ve dans salonlarında o adamı arayacağım
Ve bana bu korkunç ismi veren adamı öldüreceğim
Temmuz ortasında Gatlinburg’daydı
Kasabaya yeni varmıştım, boğazım kuruydu
Bir bira içmek için çamurlu bir sokaktaki eski bir bara girdim
Bir masada, poker oynayan
Kirli, pasaklı bir köpek oturuyordu
Bana Sue adını veren o adam
O yılanın kendi tatlı (!) babam olduğunu biliyordum
Annemin sakladığı eski bir resimden tanıdım
Yanağındaki yara izinden ve kötü gözlerinden anladım
Büyük, kambur, gri saçlı ve yaşlıydı
Ona baktım ve kanım dondu
Ve dedim ki: “Benim adım Sue! Nasılsın?
Şimdi öleceksin!”
Gözlerinin ortasına bir yumruk indirdim
Yere yıkıldı ama şaşkınlıkla gördüm ki
Bir bıçak çekti ve kulağımın bir parçasını kesti
Sonra bir sandalyeyi dişlerine geçirdim
Duvarları yıkarak sokağa düştük
Çamurda, kanda ve birada tekmeleşip durduk
Daha sert adamlara karşı dövüştüm
Ama böyle bir kavgayı hatırlamıyorum
Katır gibi tekme atıyordu, timsah gibi ısırıyordu
Sonra bir kahkaha attı, küfretti
Silahına uzandı ama ben daha hızlı davrandım
Bana baktı ve gülümsedi
Ve dedi ki:
“Evlat, dünya zor bir yer
Eğer bir adam ayakta kalacaksa sert olmalı
Senin yanında olamayacağımı bildiğim için
Sana o ismi verdim ve veda ettim
O isim seni güçlü yaptı”
“Şimdi müthiş bir kavga verdin
Beni öldürmekte haklısın
Eğer öldürürsen, seni suçlamam
Ama ölmeden önce teşekkür etmelisin
İçindeki sertlik ve gözündeki cesaret için
Çünkü seni ‘Sue’ diye adlandıran piç bendim!”
Ne yapabilirdim?
Silahımı yere attım, boğazım düğümlendi
Ona baba dedim, o da bana oğlum dedi
Hayata farklı bakarak ayrıldım oradan
Ve şimdi bazen onu düşünürüm
Her denediğimde ve kazandığımda
Eğer bir oğlum olursa
Adını Frank, George, Bill ya da Tom koyarım
Ama asla Sue değil!
Bir çocuğa böyle bir şey yapmak çok korkunç olur.