Rouge Parole: Arap, Kızgın, Haklı!

haber

Arap Baharı’ndan kalan görüntülerin internette dolaşan otuz saniyelik cep telefonu videoları ya da Batı’nın romantik süzgecinden geçmiş ajans feed’lerinden ibaret olmadığını biliyorduk. ‘Yerel sinefiller’ bu süreçte elinde kamera oradan oraya koşturmuş olmalıydı. Ve etekteki taşlar dökülmeye, yaşananlar beyazperdeye yansımaya başladı. Tunuslu yönetmen İlyas Bakkar, “Rouge Parole (Kızıl Söz)” adlı belgeselinde Ceziretü’l-Arabiyye’nin kaderini değiştiren devrimi; ‘yasemin’ kokusunun ülkeyi sarma hikâyesini anlatıyor.

2011’in en güzel günü hangisiydi? Her alanda sıkıntılı bir yıl geçirdiğimizi düşünürsek, güzellikler bir çırpıda akla gelmeyebilir. Ama diğer yandan, 365 kişiye sorsak 365 farklı cevap alabileceğimiz bir soru olduğu da kesin! Mesela ben kendiminkini söyleyeyim: 5 Temmuz Salı…

O gün belki aylardır beklediğiniz haberi aldınız ya da yıllardır beklediğiniz birisine kavuştunuz. Evlendiniz, hayalinizdeki işe girdiniz veya sizi bunaltan o sıkıcı işten ayrılarak müthiş bir ‘özgürlük’ hissettiniz. 20 yılınızı ipotek altına koyarak da olsa tapuyu sıkıca kavrayıp ‘ev sahibi’ oldunuz. İzlemek için uzun bir seyahati göze alacağınız müzik grubunun ayağınıza geleceğini öğrendiniz. Bebeğiniz o sihirli kelimeyi ilk kez söyledi. Takımınız şampiyon oldu. Takımınız son hafta küme düşmekten kurtuldu. En sevdiğiniz yazarın yeni kitabı çıktı; hemen alıp nefes nefese okudunuz. O ana kadar mesafeli duran yavru kediniz ilk defa kendi rızasıyla gelip kucağınıza yerleşti. Ya da belirli bir şey olmadı; bir sabah uyandığınızda, başka hiçbir duyguyla değişilmeyecek bir yaşama sevinci hissettiniz…

Gezegen açısından küçük, sizin adınıza büyük güzelliklerden söz ediyorum. Tunuslular için ise yelpaze bu kadar geniş değil. Pek çoğuna göre ‘o gün’ 14 Ocak! Çünkü o Cuma günü Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali, 23 yıllık ‘demir yumruk’ iktidarını bırakıp Tunus’u terk etti!

“Olaylar, sevgili çocuğum… Olaylar!”

İngiltere Başbakanı Harold Macmillan, vakt-i zamanında kendisine “Bir devlet adamını tepetaklak edecek en büyük problem nedir?” diye soran genç gazeteciye bu karşılığı vermiş! Zeynel Abidin Bin Ali insan hakları ihlalleri, dini özgürlükleri kısıtlaması, muhaliflere ve medyaya uyguladığı baskı gibi nedenlerle zaten hep eleştirilerin merkezinde yer almıştı. Ama böyle büyük çapta bir halk ayaklanmasını kimse beklemiyordu. Muhammed Buazizi sebze sattığı ruhsatsız seyyar aracına polislerin el koymasına kızıp ‘münferit’ bir eylem olarak kendini yaktığında, takvimler 17 Aralık 2010’u gösteriyordu.

Vücudu yüzde 90 oranında yanan 26 yaşındaki Sidi Bu Zeyd’li genç, 2011’in ilk günlerinde hastanede son nefesini verdi. Tunus’ta başlayan devrim hareketi, diktatörlere karşı protesto dalgasına dönüştü. Kuzey Afrika’ya ve Orta Doğu’ya; hatta diğer kıtalara sıçradı. ‘Arap Baharı ruhu’ Tahrir Meydanı’nı, Libya’yı, Yemen’i, Bahreyn’i, Suriye’yi sardı. Hatta ‘Filistin 194’ hareketini de Filistin’in Arap Baharı’na dâhil oluşu diye nitelemek mümkündü. “Yok artık, o kadar da değil!” dedirten pek çok şey oldu: ABD’de yüzlerce öğrenci Wall Street’i işgal etti. ‘Öfkeli’ İspanyol gençliği, meydanları ‘kapattı’. Rusya’da on binler, “Bu nasıl seçim?” diye sokaklara döküldü. Çin’de adil tarım isteyen çiftçiler sesini duyurdu…

Üzerine milyonlarca sayfa makale yazılmış Arap Uyanışı’nı uzun uzun anlatıp “Bir de benden dinleyin!” demek niyetinde değilim. O yüzden, bu kişisel girizgâhın ardından konumuza, Rouge Parole’a dönüyorum. 1971 doğumlu İlyas Bakkar, Paris’te Avrupa’nın en eski özel sinema okulu “Conservatoire Libre du Cinéma Français”de eğitim almış; birkaç kısa film ve belgesel denemesinden sonra 2006’da ilk uzun metrajını çekmiş; “Pakistan 7.6”yla El-Cezire Belgesel Festivali’nde En İyi Kısa Film ödülü almış bir yönetmen…

Bakkar, Bin Ali’nin kaçışından 2 gün sonra çekmeye başlamış Kızıl Söz’ü… Kendisine filmi sorulduğunda, özetle şunları söylüyor: “Büyük bir kaos vardı. Bin Ali gerçekten gitmiş miydi? Ne oluyordu? Yaşananları anlayabilmem için bu filmi yapmam gerekiyordu. Çünkü benim ‘gerçekçi’ olma yöntemim de buydu.”

‘Rouge Parole’, Tunus halkının o günlerdeki duygu yoğunluğunu, şaşkınlığını, ölen yakınlarının yasını tutarken devrimin başarıya ulaşmasının sevincini de yaşamanın yarattığı ‘ambivalans’ı başarıyla beyazperdeye yansıtıyor. Örneğin başkent Tunus’ta kitapçı vitrininde daha önce yasak olan bir kitabı gören Tunuslu’nun gözyaşları; Bin Ali’nin yağmalanan konutunda turist gibi dolaşan insanlar, devrimciler arasındaki “Şimdi ne yapacağız?” konulu, hararetli tartışmalar…

Belgeselde kronolojik ilerleme kaygısı gözetilmemiş. Ayrıca kamera, ülkenin her yerini dolaşıyor. Halkın devrimle imtihanından kesitler sunuluyor. Başkent olması münasebetiyle Tunus; ve Buazizi’nin fitili ateşlediği yer olarak Sidi Bu Zeyd tabii ki ön planda… Ama 94 dakikalık belgesel, uluslararası basının pek ilgisini çekmese de ülke çapında bir isyanın doğuşuna ön ayak olan, şiddetli çatışmaların yaşandığı pek çok kente de uğruyor. Örneğin Kassarin, Kerkennah Adaları, Thala… Ülkenin demokrasiye doğru emekleme serüvenine, ‘içeriden’ bir gözle tanıklık ediyoruz.

Şişman teyze şarkısını söylemeden opera bitmez!

Arap Baharı olgusu, bugünlerde ilk zamanlardaki romantizmden uzak bir yoldan geçiyor. Başlardaki heyecanla pek akla gelmeyen ama ülkelerin yapısını incelediğimizde gayet normal olan bir durum ortaya çıktı ve süreç, ‘İslam devrimi’ne dönüşme yoluna girdi. Olaylar, sıçradığı ülkelerde birbirinden farklı şekillerde sonlandı ve sonlanıyor. Tunus nispeten iyi kotardı. Mısır, Libya ve Yemen’de durum belirsiz; Suriye tamamen karanlık… Ve maalesef ülkelerin kendi kaderini tayin etmesine izin verilmiyor. Ne zaman verildi ki?

Biraz alâkasız olacak ama Hakan Şükür’ün futbolculuk döneminde ‘gol sevinci koreografileri’ vardı. Gol attıktan sonra neşeyle kendisine doğru koşan takım arkadaşlarına “Sen gel, sen git, sen sarıl, sen öp, ben seni öpeyim, hiçbiriniz sarılmayın” gibi talimatlar verirdi. Bu esnada statta tuhaf bir hava eser, golün verdiği mutluluk araya kaynardı. Batı’nın Arap Yarımadası’na yaklaşımını buna benzetiyorum: “Sendeki kansız olsun, al sana bir parmak demokrasi, sen daha dur… en az on bin vatandaşın ölecek, sende olaylar sakin geçsin… petrol kuyularına zarar gelmesin, senin diktatörünü öldürelim, seninkini sadece sürgün edelim, sende seçimi şu parti kazansın…” gibi komutlarla bir tiyatro sergileniyor gibi!

Boş bir dilek olacak. Yine de söylemek zorundayım. Çünkü şu aşamada ellerinde umuttan başka bir şey yok: Keşke adamları biraz rahat bıraksak da kendi geleceklerini kendileri çizseler!

Tagged