Jenerikler Arasında Farklı Bir Yolculuk

haber

Neil Patrick Harris’in Altın Küre Ödül Töreni’ni sunduğu gecede yaptığı tek sağlam espri jeneriklerle ilgiliydi ve geçen zamanda jeneriklerin çok kısaldığından dem vuruyordu bu esprisinde. Haklıydı. Dizilerin jeneriklerinde artık sadece yaratıcıların adları yazılmaya başlandı. Hatta öyle jeneriklerle karşılaşıyoruz ki bu jeneriklerde yaratıcının adı bile yazılmıyor, jenerik bir kaç saniyeyi aşmıyor. Dizilerdeki jeneriklerin durumu böyle. Benim asıl ilgilendiğimse sinemadaki jenerikler.

Jenerikler hikayeyi başlatmanın, filmde neler olacağı hakkında izleyene küçük ipuçları vermenin en iyi yoludur. Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren David Fincher imzalı The Girl with the Dragon Tattoo’nun jeneriği görülmeye değer kalitede örneğin. Hatta iddia edebiliriz ki şimdiye dek sinema tarihinde yapılmış en iyi jeneriklerden bir tanesi. Bu jeneriği izleyip yapanlara hayran kaldıktan sonra geçmişe dönüp jenerikleri inceleme gereği duydum. Bazı yönetmenler “…stüdyosu sunar”, “bir … filmidir” gibi yazıları önemsemeden, jenerik kullanmadan filmlerine başlamayı tercih ediyorlar. Bazıları ise film başladıktan sonra film ekibini tanıtmayı daha uygun görüyor, bunun için jenerik ihtiyacı duymuyorlar. Ama bazıları hala jeneriği önemsiyor, filmlerini bu jeneriklerle başlatmayı uygun görüyorlar. Şüphesiz her listede olduğu gibi bunda da eksikler olacaktır.

The Girl with the Dragon Tattoo:
David Fincher’ın İsveç yapımı filmi yeniden çevirdiği (ya da İsveçli yazar Larsson’ın kitabını uyarladığı) The Girl with the Dragon Tattoo’nun şüphesiz en sağlam, filmin kendisinden bile sağlam yönü jeneriğiydi. Bir civanın ilerleyip bambaşka şekilleri meydana getirmesi üzerine kurulu olan jenerik sağlam bir görsellik sunuyor bizlere. Jenerik çok ilerlemeden filmde neler göreceğimiz (şiddet mesela) bu kısa jenerikle gösteriliyor. Filmdeki görselliğe Led Zeppelin’in Immigrant Song’unun Trent Reznor/Karen O versiyonu da tam uymuş, jeneriğin değerini daha da arttırmış.

Se7en:
Fincher’ın en sert ve rahatsız edici filmi olan Se7en’da bu rahatsız edicilik jenerikle başlıyor. İleride neler göreceğimizi bilmeden filmin başına oturduğumuzda karşımızdaki saniyelik görüntüleri anlamlandırmakta güçlük çekebiliriz. Bir jileti görüyoruz, ardından bir parmak, Brad Pitt’in, Morgan Freeman’ın isimleri yazılıyor, sonra parmakları yara bandıyla kaplanmış olan birisi bir kapağı açıyor ve jenerik öyle devam ediyor. Filmi izlemeyi bitirdiğimizde jeneriği tekrar izlersek bu kez jenerikte kullanılan bu görüntüleri anlamlandırabiliyoruz. Belki en iyi jenerik değil ama arkadaki Howard Shore tınılarıyla rahatsız edebilen sağlam bir jenerik.

Lord of War:
Nicolas Cage’in başrolünü üstlendiği film her anıyla rahatsız ediciydi. “Birleşmiş Milletler’in daimi beş üyesi Çin, Amerika, Fransa, İngiltere ve Rusya aynı zamanda en büyük silah tacirleriydi” mottosuyla yola çıkan yönetmen filmin jeneriği de buna göre hazırlatmış. Bir demirin kurşun haline gelişine ve elden ele dolaşıp en sonunda bir gencin kafasına isabet etmesine odaklanan jenerik bizce oldukça kaliteli.

Antichrist:
Lars von Trier’in depresyonda olduğu dönemde yazıp çektiği film, Trier’in karanlık dünyasından nasibini alıp bu dünyadan daha karanlık bir film oluyordu. Trier izleyeni rahatsız etmeye daha jenerikte başlıyordu. Bir Trier filmi izleyeceğini unutan seyirciyi tokatlayıp kendine getiren bir jenerik bu. Jenerik karı ile koca duşlukta sevişirken küçük çocuklarının pencereden düşüp hayatını kaybetmesi üzerine kurulu. Kadının depresyona girme nedeni bu jenerikte kısaca anlatılmış olur. Filmi izlemeyenler ama jeneriği izleyecekler için “dikkat” diyelim. Bu bir Trier filmidir.

Casino Royale:
Daniel Craig’li iki James Bond filminin de jenerikleri kalitelidir, eskilerin de. Takım elbiseli, karizmatik ajan James Bond yürür, sonra aniden durur, silahını çeker ve ateş eder. Ardından da jenerik başlar. Filmden filme jenerikler değişiklik gösterdi. Son iki filmdeki jenerikler epey uzundur, ayrıntılıdır, filmde olacak çoğu şey kısaca yansıtılır bu jeneriklerde.

Mission: Impossible:
En sevmediğim ajanlı serilerden bir tanesi, hatta ilki M:I serisi ama hakkını verelim ki jeneriği hiç de fena değildir. Bir dinamitin fitilinin tutuşmasıyla başlayan jenerik dinamitin patlamasıyla ve yazıların akmasıyla devam eder.

Catch Me If You Can:
Steven Spielberg ve Leonardo DiCaprio’yu buluşturan bu eğlenceli film için yapılmış jeneriği listeye almasaydık çok ayıp etmiş olurduk. Tıpkı Casino Royale gibi jeneriğin tamamı animasyonlardan oluşuyor. Arkadaki eğlenceli John Williams müziği bizi eğlenceli bir filmin beklediğinin alametçisi oluyordu.

Sweeney Todd:
Çokça övülmesine rağmen benim en sevmediğim filmler arasında yerini alan Sweeney Todd’un jeneriği filmin kendisinden daha sağlamdır. Filmi izlemeden önceki beklentilerimi arttıran bir çalışma. Bir kan akar ve bu kan en sonunda “Sweeney Todd” yazısını meydana getirir. Ardından kanla farklı şekillerin meydana getirilmesi, turtaların ateşte kızartılmasıyla jenerik devam eder. Filmde bolca kan akacağının alamatedir jenerik. Arkadaki müzikse daha bir heyecanlandırır.

Delicatessen:
Fransız yönetmen Jean-Pierre Jeunet’nin başyapıtı Delicatessen’in jeneriği kısa süreli ama epey kalitelidir. Bir şarküteriyi gezen jenerikte ekibin isimleri şarküterideki nesnelerin üzerine yazılır.

North by Northwest, Vertigo, Psycho:
Jenerik diyince Büyük yönetmen Alfred Hitchcock’un çektiği ve Saul Bass tarafından yapılan klasik statüsündeki jenerikleri hatırlamamak olmaz.

Snatch:
İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin yönettiği filmin jeneriği alıştığımız jeneriklerden bir tanesi. Ritchie oyuncuların ismini yazmak yerine karakterleri tanıtan bir jeneriğe imza atmış.

Vacancy:
Vasattan öteye gidemeyen 2007 yapımı korku-gerilim filmi Vacancy’nin aşağıdaki jeneriği izlendiğinde akla Ezel’in gelmemesi imkansız. Hatta bazıları “Ezel’in jeneriğini çalmışlar” diyebilir. Oysa ki durum tam tersidir. Vacancy’nin dökülen senaryosu, oyunculukları ve yönetmenliğine karşın jeneriği oldukça kaliteli.

Blue Valentine:
Geçen senenin en kaliteli filmlerinden olan Blue Valentine’ın jeneriği de en az filmin kendisi kadar kaliteli. Havai fişeklerin ard arda patlamalarıyla başlayan jenerik iki aşığın hem ilk dönemlerinden, hem de son dönemlerinden fotoğraflarıyla devam ediyor.

The Age of Innocence:
Martin Scorsese’nin ilk ve tek kostüm draması olan The Age of Innocence eleştirmenlerden karışık tepkiler almış ama geçen zaman içinde hak ettiği konuma da kavuşmuştu. Yine büyük usta Saul Bass tarafından yapılan filmin jeneriği ise filmdeki karakterlerin ihtişamından nasibini alıyor.

Blue Velvet:
David Lynch’in kafayı allak bullak etmeyen ama sinirleri epey bir geren başyapıtı Blue Velvet sade bir jeneriğe sahip. Filmin ismi gibi mavi olan bir perdede ekibin isimleri sırayla geçit yapıyor.

Amelie:
JPJ’nin harikalarından bir tanesi olan Amelie’yi de es geçmek olmazdı. Yann Tiersen’in klasikleşen müzikleri jeneriğin (ve tabi ki filmin) değerini daha da arttırıyor.

Lolita:
Stanley Kubrick’in ensesti/pedofiliyi konu alan ve haliyle bolca tartışılan başyapıtı Lolita’nın jeneriği listenin en iyilerinden bir tanesi olarak göze çarpıyor. Bir adamın üvey kızına duyduğu aşkı konu edinen filmin jeneriğinde filmdeki kızın parmaklarına oje sürmesi gösteriliyor ama bu iki dakikalık kısa jenerikte usta yönetmen Kubrick, karakterin portresini de çıkarmayı başarıyor.

Sherlock Holmes:
Bu kez açılış jeneriği yerine kapanış jeneriğini listeye almayı daha uygun gördüm. Zaten Sherlock Holmes’ün açılış jeneriği yok. Oyuncuların isimleri ve ekipteki kişilerle üstlendikleri görevleri bu kapanış jeneriğinde yer alıyor. Hans Zimmer’ın eğlenceli müziğiyle jeneriği izlemek epey keyifli.


Sherlock Holmes – Clip End Credits ile ohmygore

Tagged