Fragman Analizi: Silence (Martin Scorsese)

haber

Martin Scorsese’nin yeni filmi Silence üzerine fragmandan ipuçları çıkarmaya çalıştık. Ortak dileğimiz son dönem Hollywood filmlerindeki yabancılaştırmayı yaşatmaması.

Yıldıray Kibar: Bu tür bir İspanyol Engizisyonu beklememiştim.
Kimse İspanyol Engizisyonu’nu beklemez!

Ümit Açık: “Sessizlik beyler Scorsese’nin yeni filmi geliyor” diyerek izledim. Çok ipucu vermiyor ama görkemli bi film olacağı zaten süresiyle de kendini gösteriyordu. Bu arada Andrew Garfield seçiminden çekinceliyim ama “Scorsese adam eder” diyorum bu konuda da.

Ebru Çavdarlı: Bazı oyuncular vardır ki filme gölge düşürür. Adam Driver ve Andrew Garfield. Silence fragmanının ilk 30 saniyesinde soğudum. 2,5 saat’lik filmi sadece Scorsese hatrına izleyebilirim. (umarım)

Fırat Türkoğlu: Scorsese maalesef fazla “amerikan” bir film çekmiş gibi duruyor. İki kültürün birleştiği noktada ne konuştuğu belli olmayan bir takım yabancı insanlar ve bizim beyaz-içli-kahraman oğlanlar formülü amerikan izleyicisini mutlu eder belki… Fragmandan anladığım kadarıyla japonların yerine marslıları koyarsak bilim-kurgu gibi de seyredebiliriz. Starship Troopers esintileri var fragmanda neredeyse…

Uzakdoğu-amerikan kültürü yakınlaşmasından Rhapsody in August gibi bir Kurosawa başyapıtı çıkmışken, kendisi de japon ustanın yakın arkadaşlığını tatmışken, biraz daha empatik bir film beklerdim.

Can Rende: İki dezavantajı var Silence’ın. İlki rüya proje olması. Yani Scorsese’nin çekmeyi en çok istediği proje olması, Scorsese’nin 30 yıl boyunca çekmek için mücadele etmesi. 25-30 yıl çok uzun bir süre. Aslında bu kadar uzun sürede ortaya enfes bir iş çıkarılmış olması gerekiyor ama tersi de olabilir. Diğer dezavantajıysa Uzakdoğu (bu filmde Japonya) kültürüne Batı gözüyle bakılması. Aronofsky, The Fountain’de bunu denemiş ve bana göre çuvallamıştı. Ama Scorsese bilmediği sularda yüzmüyor. Bu filmin temel mevzusu din, Hıristiyanlık. Ki Scorsese de gençken rahip olmayı planlıyordu. Dini de pek çok filminde işlemişti. Yani bildiği sularda yüzüyor. Kundun’da da Uzakdoğu kültürünü (Çin ve Tibet) bir Amerikalıdan beklenmeyecek kadar iyi yansıtmıştı (iyiden kastım önyargısız, çarpıtmadan vs). Dolayısıyla beklentilerim yüksek. En iyi filmlerinden olmasını beklemiyorum ama ortaya iyi bir işin çıkmış olmasını umuyorum. Fragmanı beğendim, iyi kesilmiş, müzikler de heyecanlandırdı. Filmin rahatsız eden tek tarafı Adam Driver. Hiç haz etmediğim bir aktör olduğu için fragmanda bile rahatsız etti, ama en sevdiğim yönetmen Scorsese hatrına kendisine katlanacağım. Andrew Garfield’laysa sıkıntım yok. Liam Neeson ve Ciaran Hinds de zaten usta oyuncular. Neeson’ı tekme tokat birilerine dalmadığı bir filmde, inancını yitirmiş (?) bir karakterde izlemek güzel olacak. Yılın en merak ettiğim filmi, umarım yerden yere vurulacak bir film değildir.

Tarık Volkan Cengen: Filmle ilgili bir bilgim yok. Sadece her an Örümcek Adam bir yerlerden çıkacak diye düşündüm. Nasıl yapışmışsa rol artık.
Görsellik çarpıcı. Fragmandan anladığım kadarıyla hikaye sevdiğim türden. İzlenir.
(Bir Jedi ve bir Sith? Onu da şimdi farkediyorum)

Müjdat Çetin: Üstat Scorsese, Uzakdoğu topraklarını Kundun’da bize çok başarılı bir biçimde anlatmıştı. Silence’ta ortam gayet tabii Tibet’teki sepia tondan, Japonya’nın kasvetli renklerine evriliyor. Herkesin bildiği üzere; küçüklüğünde rahip olmaya çalışan Scorsese, dini neredeyse her filminde bireysel ve toplumsal bazda irdelemiş ve bundan çok başarılı sonuçlar elde etmiştir. Bu sebeple, filmin kalitesinden sual olunmayacağına eminim. Kundun’dan da hatırlayacağımız üzere, fragmandaki Amerkanvari havanın filmde daha empatik bir biçimde karşımıza çıkacağından şüphem yok. Oyunculuklara gelecek olursak, Adam Driver beni de ilk bakışta biraz irrite etti. Bağımsız filmlerin günümüz insan manzaralarında çok başarılı olsa da, prodüksiyon büyüyünce altında ezilmeye başlıyor sanki. (Örnek: Star Wars: The Force Awakens) Lâkin diğer oyuncular, performanslarıyla bizi mest edecek gibi görünüyor. Uzun lâfın kısası; yıllardır beklediğimiz Scorsese’nin rüya projesine kavuşmamıza az kaldı. Bence bu film üstadın en iyi filmlerinden biri olabilir.

Fırat Türkoğlu: Kundun örneği biraz yanlış olmuş…
Kundun Uzakdoğu filmiydi ama sadece Uzakdoğu… Uzakdoğu yaşamına odaklanıyor, ritüellerine giriyordu vs. Başroller uzakdoğulu oyunculardı…
Bu film maalesef iki ayrı kültürün çatışmasını anlatıyor ve iki ayrı kültürün karşılaşmasında batılılar Mars’a düşmüş nefes alamayan dünyalılar gibi fragman boyunca… Japonya’ya gidip insanlara hristiyanlığı yayan (tarih bunun pek de kansız olmadığını yazar) misyonerler yerine japonların saldırganlığını, sertliğini görüyoruz… İstilacı olan, toprağa yabancı olan, kültüre yabancı olan papazlar, japonlar değil. Buna dair tek bir kare göremedim.

Müjdat Çetin: Kundun’a değinmedeki kastım çok basit bir önermeydi aslında. O toprakların ruhunu, gerçi Japonya ile Tibet’in arasındaki yaşayış farkı dağlar kadar ama, az çok bilen bir yönetmen olarak; “Scorsese, bir tarafı yüceltip öbür tarafı gömen bir film için 20-30 yıl hayal kurmaz.” Umarım haklı çıkarım. Fırat haklı çıkarsa bayağı üzülürüm çünkü.

Can Rende: Filmlerde en sevmediğim şey, Fırat’ın irdelediği durum. Ki bu durum, Hollywood’un klişelerinden. Ama rahatsız eden klişelerinden. Scorsese doğuya Hıristiyanlığı yaymak için giden rahipler üzerinden ne derece objektif olmuş, Japonları istilacı gibi mi göstermiş film gelince göreceğiz. Dilerim öyle bir durum yoktur, ki Kundun örneğini de bu yüzden verdim. Kundun’da doğu kültürüne objektif bir şekilde yaklaşmıştı. Şüphesiz Silence daha farklı bir film. Bu kez öykünün merkezinde batılılar var. Dilerim Scorsese objektifliğini yitirip klasik “mazlum batılılar (rahipler), acımasız doğulular (Japonlar)” klişesine yüz vermemiştir. Bekleyelim görelim.

Haktan Kaan İçel: Fragmanı izledikten sonra aklıma ilk gelen örnekler The Mission ya da Last Samurai oldu. Hatta Last Samurai’nin dini versiyonu daha da aklıma geldi. Film her ne kadar eziyet edilen Hristiyan misyonlar gibi bir hava verse de, bana kalırsa Silence bir din eleştirisi olma ihtimali çok yüksek bir film. Yani Liam Neeson’ın rolü tahmin olacak ama daha çok dinden soğuyan bir misyoner havası verdi bana. Hatta bu yüzden görevini bırakınca, yerine A. Garfield’i görevlendiriyorlar. Bunun neticesinde de uzakdoğudaki din uygulamalarının son derece sert ve dayanılması güç noktalara vardığını keşfediyor gibi tahminlerde bulunabiliriz. Film Liam Neeson adıyla öne çıkartılsa da, hatta afişe bile onu koymuşlar. Dedikodulara göre stüdyo Neeson’ın rolünün çok kısa olduğunu doğrulamış. Bunun neticesinde de ödül sezonunda kısa rolüyle Neeson’ı potada göremeyebiliriz. Adam Driver’ı herkes gibi pek hoş karşılamasam da, bu filmde fragmandan anladığım kadarıyla yozlaşmanın sembolü olarak filmde görebiliriz. Hani filmdeki gıcık karakter dediğimiz kişi o olabilir. Eğer cidden böyleyse, çok yerinde bir oyunculuk olma ihtimali yüksek gözüküyor. Filmin felsefik bir tarafının olduğunu da görüyorum. İnanmak ve inancın kaybolması kavramlarına daha yakın olduğu görüşündeyim. Sonuç olarak Hristiyanlığın köklerindeki vahşilik filmin DNA’sına da işleyeceğinden çarpıcı bir film çıkacak gibi duruyor. Scorsese ne yaparsa gözüm kapalı güvenirim. Bu yüzden de bu yılın en iyilerinden biri geliyor gibi hissediyorum. Filmin fragmanı son derece heyecanlandıran bir iş olmuş. Garfield’ı hiçbir zaman Spiderman’e yakıştıramadığımdan aklıma dahi gelmedi mesela o rolü. İşte esas soru Japonlar fragmandaki zalim kötüler olarak mı yansıtılacak yoksa Hristiyanlığın yozlaştırdığı bir grup Japon üzerinden (köy ya da) Hristiyanlığına dair sert bir yumruk mu olacak. Nitekim henüz yakın zamanda Spotlight adında bir film, papazların skandalını anlatarak Oscar’a ulaştı.

Tagged