19. yüzyıl İngiliz ressamı John Collier (1850 – 1934), Viktorya dönemi İngiltere’sinin entelektüel ve sanatsal çevrelerinde önemli bir yere sahipti. Hem Pre-Raphaelite akımına olan yakınlığı hem de mitolojik ve tarihsel konuları dramatik bir gerçekçilikle tuvaline taşıma becerisiyle tanınan Collier, sanatını dönemin klasikçiliğe duyduğu özlemle harmanladı. Onun en dikkat çekici eserlerinden biri de, Antik Yunan’daki Delphi Tapınağı’nda kehanetlerde bulunan Pythia tablosudur.
Delphi’deki Apollo Tapınağı’nın kutsal kadın figürü olan Pythia, antik dünyada tanrıların sesi olarak kabul edilirdi. Tanrı Apollon’un habercisi olan bu rahibeler, tapınağın içindeki özel bir üçayaklı oturakta (tripod) yer alır, yer altından yükselen gazların etkisiyle bir çeşit transa girer ve geleceğe dair şifreli sözler söylerdi. Antik Yunan şehir devletleri için bir savaş başlatmadan, bir koloni kurmadan ya da önemli bir karar almadan önce Pythia’ya danışmak sıradan bir uygulamaydı.
John Collier’ın bu tabloya bakıldığında, Pythia’nın klasik anlamdaki “çıldırmış bir kahin” görüntüsünden uzak, sakin, hatta biraz ürkek bir bekleyiş hâlinde resmedildiği görülür. Çevresindeki çatlamış taşlar, yerden yükselen dumanlar ve gizemli atmosfer, onun bilinç değiştiren bir ana çok yaklaştığını haber verir. Sanatçı burada, yalnızca bir figürü değil, kehanetin doğasını ve tanrılarla insan arasındaki geçişi de tasvir etmeye çalışır.
Collier’ın fırçası, antik bir anlatıyı değil, zamansız bir ruh hâlini canlandırır: Bilinmeyenin eşiğindeki kadının bedeni ve zihni, doğaüstü güçlerle birleşmeye hazırlanır. Modelin yüzü ise korkuyla değil, sanki tanrısal bir görevin ağırlığıyla doludur.
Doğal Gazların Kehanetle Buluşması: Tarihsel Tanıklıklar
Antik kaynaklara göre, Delphi’deki kehanetlerin ardında sadece tanrısal ilham değil, jeolojik gerçeklikler de vardı. Romalı doğa tarihçisi Yaşlı Plinius (Pliny the Elder), Doğa Tarihi adlı eserinde, yeryüzünden çıkan gazların insanları kehanet hâline sokabileceğini belirterek Delphi’yi şu sözlerle tanımlar:
“Diğer yerlerde olduğu gibi, kehanet mağaraları vardır; buharla sarhoş olanlar geleceği önceden söylerler. Delphi en ünlü orakuldür. Bu gibi durumlarda, bunun başka bir açıklaması olabilir mi? Her yerde bulunan doğanın ilahi gücü, bu şekilde ortaya çıkmaktadır.” (Pliny, Doğa Tarihi)
Bu görüşü destekleyen bir başka isim de Romalı şair Lucan’dır. İç Savaş (Pharsalia) adlı destanında, Pythia’nın nasıl korku, çılgınlık, acı ve kutsallık arasında parçalandığını anlatır. Lucan’ın kehaneti şiirselleştiren anlatımı, Pythia’nın yalnızca kutsal bir aracı değil, aynı zamanda tanrısal bir trajedinin kurbanı olduğunu gösterir.
“Deliklerin içine çekildi. Tanrının gücü göğsüne indi. İlk önce köpüren dudaklarından çılgınlık döküldü… Sonra sarsılan bedeniyle gerçeği haykırdı. Ama ışığa dönerken her şeyi unuttu. Gelecek yeniden Apollon’un üçayağına döndü.”
(Lucan, İç Savaş, Kitap 5)
Collier’ın bu eserinde dikkat çekici olan şey, kadın figürünün pasif değil aktif bir özne olarak sunulmasıdır. Yani yalnızca tanrıların sesi değil, aynı zamanda kendi iç yolculuğunun da kahramanıdır. 19. yüzyılda, ruhsal deneyimlere ve mistik bilinç hâllerine olan ilgi artarken, Collier da bu toplumsal ruh hâlini klasik geçmişin estetik diliyle ifade eder.
Bu eser aynı zamanda, kadınların bilgiye ve sezgiye dayalı güçlerinin tarih boyunca nasıl biçimlendirildiğini, bastırıldığını ya da tanrılaştırıldığını da aktarır. Pythia’nın dili tanrıya aittir, ama bedeni onundur. Bu ikili yapı, Collier’ın tablosunda hem huzur hem gerilim yaratır.