Ginger & Rosa
Fırat Türkoğlu: Dünya sinemasından birçok filmin vizyona girdiği haftada “yönetmen fimi” olarak adlandırabileceğimiz yapımlardan biri… Sally Potter’ın filmografisinin ortalama sayabileceğimiz eserlerinden biri olduğu için ancak yönetmene özel bir hayranlık duyuyorsanız gitmenizi öneririz…
Yekta Kurtcebe: Sally Potter ilginç bir abla. Bir Erkeğin Gözyaşları gibi boktan bir filmden sonra Yes gibi iyi bir film çekebiliyor. Bu filmi hakkında çok bilgim yok ama seksist bir sinefil olrak diyeceğim şey çok seviyorsanız gidin olacak. Bu iki kadının hikayesinin erkeklere birşey ifade edeceğini zannetmiyorum. Tek cinse yapılan filmde ne olursa olsun yeterli bir film değildir.
Haktan Kaan İçel: Kızlar birbirini ağırlar filmi diye adlandırabileceğimiz, ucundan kıyısından feminist diyebileceğimiz bir film. Haftanın ortalama filmlerinden biri.
20 Ans D’Ecart
Gültekin Turgut: Aşkı ve bir çok bizi insan kılan şeyi unutturan modern zamanların harala gürelesinden dem vurarak sizi filmden çıktığınız ilk an gittiğiniz kafede hayatınızın aşkıyla karşılaşacağınıza inandıran filmlerden… Kötü yanı bu filmlerde sizi heyecanlandıran her şey hayatın gerçekleri karşısında bir sabun köpüğü gibi kaybolup gidiyor. kısa bir süreliğine kalbinize bakmak isterseniz bu film tam size göre… En iyi romantik filmler sinemadan çıktıktan sonra etkisi geç kaybolanlardır diyerek sözü bağlayalım…
Fırat Türkoğlu: Dağıtımcılar sonbahar sezonu gelmeden ellerinde kalan filmleri son kertede ellerinden çıkartıyor gibi duruyorlar. Geçtiğimiz hafta hepsi vasat korku filmlerini gösterime yığmışlardı, bu hafta avrupa/dünya filmlerinin haftası gibi. Haftanın “izlemezseniz hiçbirşey kaybetmezsiniz” filmlerinde ilk sıralarda geliyor.
Samsara
Gültekin Turgut: Sinemanın Lumiere Kardeşler’in yaşamdan yakaladıkları anları paylaşarak başladığını düşünürsek belgesel denen şeyin (zaman içinde anlamsız örnekleri olsa da) beyaz perdenin ilk göz ağrısı olduğunu söyleyebiliriz. Sonrası Melies ve kurgu, dram, öykü… Hala sözden çok görünene önem veriyorsanız, Samsara tam size göre… Oturun ve dev ekranda birbirinin peşi sıra akan hayattan parçalara bakın; aklınızda kendi yaşamınızdan izleklerle sinema koltuğundan kalkana dek…
Fırat Türkoğlu: Mutlaka sinemada izlenmesi gereken bir görselliğe sahip olduğunu, filmin Baraka’nın yönetmeni Ron Fricke’nin eseri olduğunu hatırlatarak aktarabiliriz.
Haktan Kaan İçel: Baraka’yı sevdiyseniz bu filmi de seversiniz. Görsel bayram bombardımanı diye de adlandırabileceğimiz film… Diyalogsuz görselliğe dayalı film severler için birebir.
Yekta Kurtcebe: Ron Fricke özel ilgi isteyen bir insan. Bir adam bir filmi çekmek için 10 yıl uğraşıyorsa. Sen de akıllı 2 saat gözünü ayırmadan ekrana bakacaksın. Yine de bazen bu filmleri de sadece kafası güzel insanlara yapıyorlar gibi gelmiyor değil.
Main Dans La Main
Fırat Türkoğlu: 20 Ans D’Ecart ile ilgili yorumum, CTRL-C, CTRL-V…
Yekta Kurtcebe: Bir Goddard, bir Truffaut değilse fransız sineması size bir şey ifade etmeyecektir. Zaten bu filmlerin kalitesizliği torrent’e düştüğünde ingilizce alt yazılarının çıkmamasından bellidir. Bırakın Frankofanlar ve Frank soyları kendi dünyalarından yaşasınlar. Non, Merci Beaucoup.
Şimdiki Zaman
Fırat Türkoğlu: “Yeni bir yönetmen tanıyayım, ilk filminin heyecanını ben de hissedeyim” gibi motivasyonlarınız varsa haftanın en doğru adresi… Fragmanları sinefil bünyelerde heyecan yaratacak düzeydeydi.
R.I.P.D
Gültekin Turgut: Sinemada iyi bir reji eşliğinde kalburüstü oyuncuların eğlenerek oynadıklarını hissettirdikleri sizi yormayan bir eğlencelik istiyorsanız bu film tam size göre… Men in Black tadında filmleri sevenlere güzel bir çizgi roman uyarlaması…
Yekta Kurtcebe: Türkçeye Ölümsüz Polisler olarak aktarılan ama korsan DVD ve torrent ortamlarında Huzur İçinde Yatsınlar Şubesi olarak adlandırılan bu filmi izlenir kılan tek şey Jeff Bridges (Marshall Roysephus Pulsipher). Ryan Reynolds ve zevcesini oynayan Stephanie Szostak (yarı fransız yarı amerikalı) ikna eden bir oyunculuk ortaya koymaktan uzaklar… Senaryo desen içler acısı… Sanırım yazara; “Usta şimdi bize bir senaryo yaz, biraz Men in Black gibi olsun ama uzaylı yerine cennet cehennem konseptini kullanıyoruz, demişler sonunda da Murat Cemcir tonlamasıyla “Temam?” ile bitirmişler cümleyi. (Kesin Bilgi)
Devil’s Pass
Yekta Kurtcebe: Ne yalan söyleyeyim, Renny Harlin’e bir sempatim vardır. Bu sempatimin bir kaç kaynağı var. Öncelikle adam finlandıyalı. İyi filmler çekmişliği var. (Cliffhanger, Diehard 2, 5 days war) Bir de 5 sene kadar Geena Davies çakmışlığı var (Geena, Renny abimizin az ekmeğini yemedi. Merak eden açsın IMDB’ye baksın) Fakat tüm iyi yönlerinin yanında Renny, özensiz bir yönetmedir. Senaryo seçerken titiz değildir. Bazen patlama efekti konusunda kantarın topuzunu kaçırabilir. (bkz: Cutthroat Island, Long Kiss Goodnight). Devil’s Pass (Şeytan Geçidi ) olarak adlandırlan bu filmin de çok numarası yok. Beklenti içinde olmayın.
Bypass
Engin Eryigit: Öncelikle tüm sitelerde dolaşan konu özetinin düzeltilmesini rica ederim! Zira “Bilboa da yaşayan Xabi…” diye başlıyor. Bilboa neresi başGan? “Bilbao” olacak. (Şaka şaka, zaten kimse – özellikle spor spikerleri – bu gariban şehrin adını düzgün söylemiyor). Henüz izlemedim ama bu hafta gitmeyi planladığım filmlerden biri. Pagafantas’ta (2009) hayli güldüren Gorka Otxoa esas oğlan rolünde. Kitabına uygun bir romantik komediye benziyor. İber Yarımadası’nda çekilmiş herhangi bir filmi kolay kolay beğenmeme durumum söz konusu olmayacağı için izledikten sonra da size iyi bir referans olamayabilirim. Bu arada filmin orijinali Baskça. Acaba Türkiye’ye gelen kopyası da öyle mi, yoksa İspanyolca dublajlı halini mi izleyeceğiz? Bu da merak ettiğim bir konu.