Cannes’da Yarışacak Filmlerle İlgili Bilgiler

haber

Gitmesek de, görmesek de, televizyondan takip etsek de sevdiğimiz festivallerden olan Cannes Film Festivali’nin yarışma filmleri açıklandı. Birbirinden yetenekli sinemacıları biraraya getiren Cannes Film Festivali’nin bu seneki yarışma filmlerini araştırmaya üşenen veya araştırıp da yeterli bilgiye erişemeyen (ki bu da pek mümkün değil sanırım) sinemaseverler için kısaca hatırlatalım istedik.
candelebra
Behind The Candelabra: Steven Soderbergh haberlerimizde sıkça belirttiğimiz gibi sinemaya (belki de bir süreliğine) veda etti. Ama film çekmekten, kameradan uzak kalamayacak gibi. “Behind the Candelabra” onun beyazperde için çekmek istediği ama stüdyolarca “fazla gay”(?) bir hikayesi olduğundan reddedildiği için HBO için çektiği bir film, aynı zamanda şimdilik son filmi. “Fazla gay” olan bu film bu zekice(!) tespitten anlaşılacağı gibi eşcinsel piyanist Liberace’nin hayatına odaklanıyor. Ünlü piyaniste Michael Douglas, onun sevgilisine Matt Damon hayat verdi. Yayınlanan son fragmandan anladığımız kadarıyla hikaye Liberace’nin gözünden anlatılıyor. O yüzden Damon geri planda kalacak gibi. Öte yandan gene fragmandan anlaşıldığı kadarıyla Soderbergh dönemin hakkını vermiş gibi görünüyor. Film Cannes’da gösterildikten sonra HBO’da yayınlanacak.
Borgman
Borgman: Hollandalı yönetmen Alex van Warmerdam kariyerinde ilk kez Cannes Film Festivali’ne katılacak sinemacılardan. Daha önce kara komedi türündeki iki filmle, “De jurk” ve “De laatste dagen van Emma Blank” ile Venedik’ten ödüllü dönmüştü. “Borgman” yönetmenin sekizinci filmi ve komedi/dram/aksiyon karışımı önceki filmlerinden farklı olarak gerilim türünde. Peki film ne anlatıyor? Filme ismini veren Borgman aşağıdaki teaser’dan da anlaşılacağı üzere zengin, kibirli, çoluk çocuğa karışmış bir çiftin evinde yaşamaya başlar ve zamanla bu burjuva ailesini rahatsız etmeye başlar, olaylar gelişir. Film Hollanda’da ağustosta gösterilecek.

Un Chateau En Italie: Yönetmenlik kariyerine 2003’te kotardığı “Il est plus facile pour un chameau” ile başlayan ve bu filmiyle Ankara’dan FIPRESCI ödülünü, Fransa’dan César ödülünü kazanan İtalyan aktris/yönetmen Valeria Bruni Tedeschi “Actrices”ten altı sene sonra tekrar kameranın arkasına döndü ve başlığını attığımız filmi çekti (filmin ismini yazmaya üşenmek). Komedi/dram karışımı film, evlerini satılığa çıkaran bir ailenin yaşamına odaklanıyor. Filmin Fransız yapımı olduğunu da belirtelim.
grandebellezza-586x390
La Grande Bellezza: Sean Penn’li “This Must Be The Place” filminden de, daha eski “Il Divo”dan da tanıyabileceğimiz italyan yönetmen Paolo Sorrentino iki sene aradan sonra tekrar Cannes’a konuk olacak. 2006’da, 2008’de, 2011’de burada yarışan Sorrentino böylelikle seriyi bozmamış oldu. Yönetmen yeni filminde günümüzün Roma’sına ışık tutuyor, bu şehrin portresini çıkarıyormuş. Film, yaşlanmış bir yazarın tutkuyla dolu gençliğine duyduğu özlemi anlatıyor.


Mahamat Saleh-Haroun
Grisgris: Çadlı Mahamat Saleh-Haroun’un yönetmenliğini üstlendiği “Grisgris” filme adını veren bir genci hikayenin merkezine yerleştiriyor ve onun dramatik hikayesini anlatıyor. Çocukluğundan beri dansçı olmak isteyen ve bu hayalle 25 yaşına kadar gelen Grisgris felç geçirince hayalleri suya düşer. Üstüne üstlük amcası da hastalanınca dansçı olamayacağını iyice anlar. Bunun üzerine Grisgris amcasına yardımcı olmak için kaçakçılarla işbirliği yapmaya başlar. Yönetmenin önceki filmiyle Cannes’dan ödülle ayrıldığını belirtelim.
The Immigrant
The Immigrant: Bir türlü ismi netleşememiş filmlerdendi James Gray’in üç yıldız oyuncuyla kotardığı yeni filmi. Önceki adı “Lowlife” olan “The Immigrant”in başrollerini yönetmenin favori aktörü Joaquin Phoenix, yönetmenle ilk kez çalışan Marion Cotillard ve Jeremy Renner üstlendi. Gray bu filminde Amerikan rüyasının nasıl da bir kabusa dönüşebileceğini anlatıyor. Amerika’ya “yeni bir hayat” umuduyla gelen masum bir kadının kurduğu bütün hayaller film ilerledikçe yıkılacak ve kadın çok geçmeden “kötü yol”a düşecek. Cotillard kötü yola düşmekten kurtulamayan göçmen bir kadına, Phoenix ile Renner da abi-kardeşe hayat verdiler.
Inside Llewyn Davis
Inside Llewyn Davis: Festivalin diğer biofilmi “Inside Llewyn Davis”. Coen Kardeşlerin kotardıkları bu film, 1960’ları fon alıp müzisyen/şarkıcı Llewyn Davis’in hayatına odaklanıyor. Şarkıcı Davis’e Oscar Isaac hayat verdi. Ona Carey Mulligan, Justin Timbarlake, Murray Abraham, Garrett Hedlund ve yıllar sonra yönetmenlerle tekrar çalışan John Goodman eşlik etti.

Jeune Et Jolie: Fransa’nın en önemli ve yetenekli yönetmenlerinden François Ozon’un kotardığı “Jeune Et Jolie” 17 yaşındaki genç bir kızı merkeze yerleştirip bu genç kızın dört mevsimini, yani bir yılını anlatıyor. 21 ağustosta Fransa’da gösterime girecek olan filmin tanıdık tek yüzü Charlotte Rampling.
Desplechin
Jimmy P.: ’92, ’96, ’00 ve ’08’de Cannes’a katılıp ödül için yarışan Arnaud Desplechin ödüle uzanamamıştı. Beşinci katılışında bu durum değişir mi bilemeyiz ama yönetmenin iddialı geldiğini söylemek mümkün. Benicio Del Toro, Mathieu Amalric ve Elya Baskin’in başrollerini üstlendiği “Jimmy P.”, 1951’de Georges Devereux tarafından kaleme alınan “Pyschotherapy Of A Plains Indian” adlı romandan uyarlandı. Kitap psikiyatrinin en ünlü isimlerinden Devereux’nun evsiz bir Kızılderili ile yaptığı psikoterapileri anlatıyor. Film de bu kitabı kaynak alıp bu Kızılderili ile Devereux arasında başlayan dostluğa odaklanıyor.
michael-kohlhaas
Michael Kohlhaas: Tanıdık aktörlerle dolu bir film daha. 16. yüzyılın Fransa’sını fon alan “Michael Kohlhaas”ın başrollerini Mads Mikkelsen, Bruno Ganz, David Kross, David Bennent, Sergi Lopez ve Denis Lavant üstlendi. Bu geniş ve etkileyici oyuncu kadrosunu üçüncü kez kameranın arkasına geçen ve Cannes’a ilk kez katılmaya hazırlanan Fransız yönetmen Arnaud des Pelliéres yönetti. Film, Heinrich von Kleist’in aynı adlı klasik romanından uyarlandı. Kitap ve dolayısıyla filmle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.

Nebraska: Alexander Payne Oscar kazandığı “The Descendants” filminden sonra arayı fazla açmadan yeni filmini kotardı. İçinde yıldız ve popüler oyuncu barındırmayan “Nebraska” bir baba-oğul hikayesi anlatacak. Araları pek de iyi olmayan bir babayla oğlunun Nebraska’ya yolculukları ve buranın merkezinde başlarından geçen kötü olayları anlatıyor. Payne “Nebraska” ile on bir yıl aradan sonra ilk kez Cannes’a konuk olacak.

Only God Forgives: “Drive” ile Cannes’dan yönetmen ödülünü kazanan Nicolas Winding Refn ile Ryan Gosling’i ikinci kez biraraya getiren “Only God Forgives” yayınlanan üç fragmandan sonra “Drive”ın gerisinde kalmayacağını düşündürtüyor. Film Tayland’ta kardeşi öldürülünce annesi ile beraber buraya gelip kardeşinin intikamını almaya çalışan Julien’in hikayesini sert bir üslupla anlatıyor. Gosling’e Kristin Scott Thomas eşlik etti.

Le Passé: “Jodaeiye Nader az Simin” ile Oscar’a kadarki çoğu ödülü kazanan İranlı yönetmen Asghar Farhadi kariyerinde ilk kez bir filmini İran dışında kotardı. “Le Passé” adını verdiği yeni filmini Fransa’da Fransız sermayesiyle ve haliyle Fransızca olarak kotarak Farhadi bu filminde de ailevi sorunlara değiniyor. İranlı bir adamla Fransız bir kadının çatırdayan evliliklerini anlatan “Le Passé”de boşanmış çifte Berenice Bejo ile Ali Mosaffa hayat verdi. Filmin diğer başrolü Tahar Rahim ise bu kadına aşık olan Samir’i canlandırdı.

Venus in Fur: Roman Polanski’nin yönettiği, Mathieu Amalric ile Emmanuelle Seigner’in başrolleri üstlendiği, David Ives’ın Broadway oyunundan uyarlanan bir film. Erotizm ile kara komediyi harmanlayan “Venus in Fur”de, bir kadınla erkek arasında başlayan ilişkinin sado-mazoşist bir ilişkiye dönüşmesi anlatılıyor.

Wara No Tate: Takashi Miike’nin iki senede kotardığı beşinci filmi olma özelliğini taşıyan “Wara No Tate” intikam hikayesi anlatan filmlerden bir diğeri. Torunu öldürülen zengin bir adam, katil zanlısı hukuktaki boşlukları da kullanarak serbest kalınca işin peşini bırakmaz ve bu katili öldürene yüklü bir para vereceğini açıklayan bir ilan yayınlatır. Miike, Cannes Film Festivali’ne ilk kez 2011’de “Ichimei” filmiyle katılmış ve festivalden ödülsüz ayrılmıştı.
la-vie-d-adele_abdellatif-kechiche
La Vie D’Adale: Sanırız festivalin en uzun filmi ama söz konusu Abdellatif Kechiche olunca bu normal oluyor. Yönetmenin yeni filmi “La Vie D’Adale”, genç bir kız olan Adale ile ondan yaşça daha büyük olan Emma arasındaki aşkı anlatıyor. Lezbiyen aşıklara Adéle Exarchopoulos ile Léa Seydoux hayat verdiler. Kechiche de Cannes Film Festivali’ne ilk kez katılacaklardan. Yönetmen en son 2004’te Venedik Film Festivali’ne katılmış ve oradan yönetmen ödülüyle dönmüştü.
Soshite Chichi Ni Naru
Soshite Chichi Ni Naru: Japon sinemacı Hirokazu Koreeda yazıp yönettiği dram türündeki bu filmle dokuz yıl aradan sonra üçüncü kez Cannes’a konuk olacak. Japonya’da ekim ayında gösterime girecek olan bu filmde para işleriyle uğraşan ve epey yoğun olan zengin bir iş adamın öyküsünü anlatacak. Ryota Nonomiya bir gün hastaneden bir haber alır ve oğlu doğduğunda başka bir bebekle karıştırıldığını öğrenir, haliyle yıkılır. Ryota’yı bu haberden sonra bir seçim yapmak durumunda kalacaktır.

Heli: İspanyol senarist-yönetmen Amat Escalante üçüncü filmi “Heli” ile Belirli Bir Bakış bölümünde 2005 yılında FIPRESCI ödülünü kazandıktan sonra ikinci kez festivale konuk olacak. Filmle ilgili pek bir bilgi yok ne yazık ki.

 

Tagged