15. Uluslararası Eskişehir Film Festivali Tüm Hızıyla Devam Ediyor

haber

15. Eskişehir Film Festivali 3 Mayıs Cuma akşamı üniversitede bulunan Sinema Anadolu’da gerçekleşen ödül töreni ile başladı. Her festival dağıtılan “Onur Ödülleri” bu sene de yeşilçamın önemli üç ismi Ayşen Gruda, Halit Akçatepe ve Münir Özkul’a verildi. “Güzel İnsan” olarak takdim edilen Münir Özkul’un hediyesini, kızı Güner Özkul aldı. Halit Akçatepe rahatsızlığı nedeniyle ödül törenine katılamadı. Ayşen Gruda ise yeni katıldığı Leyla ile Mecnun dizisinin set çalışmalarından dolayı ödülünü almak için gelemediğinden, çektiği bir video ile özürünü ve teşekkürlerini iletti. Sinemaya Emek Ödülleri’nin sahipleri ise Prof. Sami Şekeroğlu, Başak Emre ve Emrah Boyacıoğlu’nun oldu. Festival Başkanı Prof. Dr. Nezih Orhon seyirciye teşekkürünü şu şekilde dile getirdi: ” Bugün ben yarın bir başkası ama size şunu söyleyeyim benim esas teşekkürüm gerçekten buraya, bu filmleri onurlandırmaya gelen sizlere. Neden? Bu filmlerin her birinin bir emek olduğunu siz benden daha iyi biliyorsunuz. Aslında burası Eskişehir Uluslararası Film Festivali değil bir emek festivali. Burası bir tür emek sineması. Bunun için geldiğiniz yerin anlamı çok daha farklı.”
Ayrıca üniversite Rektörü Prof. Dr. Davut Aydın Anadolu Üniversitesi’nin 2 Eylül Kampüsüne “film platosu ve medya serbest bölgesi” yapılacağının haberini verdi. Aynı gece basın sponsorları arasında yer aldığımızdan biz de Bakınız olarak bir plaket ile ödüllendirildik. Tören sonunda Srdan Golubovic’in yönettiği Krugovi / Kesişen Hayatlar filmi ile de festivalin resmi açılışı gerçekleşti.
1
Filmlere değinecek olursak, henüz üç filme katıldığım festivaldeki ilk açılışımı 4 Mayıs Cumartesi günü gösterilen, Alphan Eşeli’nin yönettiği Uğur Polat, Nergis Öztürk, Myraslava Kostyeva Akay, Serdar Orçin, Muharrem Bayrak ve Şevket Süha Tezel’in rol aldığı “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915” filmi ile yaptım. Sarıkamış olayının tamamen kurgusal yedi karakter üzerinden anlatıldığı, ama hikayenin filme çok yedirilemediği filme dair en olumlu eleştirim kesinlikle Serdar Orçin’in performansı oldu. Kendisi film ardından söyleşiye katılmasa da burdan kesinlikle çok başarılı bir oyunculuk çıkarttığını belirtmek gerek.3

5 Mayıs günü izlediğim film ise şu ana kadar festivalde izlediğim en etkili yapım olan “Tabu”. Miguel Gomes’in yönettiği Berlin Uluslararası Film Festivalinde Altın Ayı’ya aday olan, FIPRESCI ve Alfred Bauer Ödülü kazanmış film Lost Paradise ve Paradise adlı iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm klasik çizgisinde ilerlerken, ikinci bölümde çok farklı bir anlatıma bürünüyor. Diyalogların olmadığı, sadece ortam seslerini işittiğimiz ve bir dış sesin anlattığı ikinci bölüm bu deneysel hareketiyle kendisini festivalin mutlaka izlenmesi gereken filmler listesine aldırıyor.

5

Film ardından yapılan söyleşi, filme ikinci bölümde dahil olan Ana Moriera’nın katılımıyla gerçekleşti. 10 Mayıs Cuma günü festival kapsamında bir workshop da yapacak olan Ana Moriera seyircilerin sorularını yanıtlarken Portekiz sinemasıyla ilgili önemli bir dipnot da ekledi. Yaşadıkları büyük ekonomik krizden ötürü film çekmenin ve hatta film gösterimleri Portekiz’de çok sıkıntılı bir durum haline dönüşmüş. Türk sinemasını merak ettiğinden festival sonuna kadar Eskişehir’de konaklayacak olan oyuncuyu kampüste bulabilir, hemen sorularınızı sorabilirsiniz. Tabu hakkında daha detaylı yazı ise ilerleyen günlerde sizi bekliyor.

6 Mayıs’ta izlediğim tek film olan “Kuma”, Michael Haneke’nin öğrencisi olmuş Umut Dağ’ın ilk yönetmenlik denemesi. Yurtdışından pekçok ödülle dönen film 10 kopya ile gösterime girmiş vizyon kurbanlarından. Kanser hastası olan Fatma’nın ailesiyle daha sonra ilgilenmesi için göstermelik olarak oğluyla evlendirdiği ve kuma olarak eve getirdiği Ayşe ile ilişkilerini anlatıyor. Viyana’da yaşayan gurbetçi bir aile içinde geçen hikaye erkek merkezli değil, iki kadın arasındaki ilişki üzerinden anlatılıyor. Birden çok konuya değinen film acaba ana temasından uzaklaşıyor mu diye düşünmeden geçemiyorsunuz. Kuma ile ilgili yazacaklarımın bundan sonrası başrollerde oynayan Nihal Koldaş ve Begüm Akkaya ile yaptığım ufak sohbet üzerinden ilerleyecektir ve spoiler içerir!!!

Filmin ismi Kuma ama belli bir noktadan sonra çok fazla konuya değinerek acaba konusundan, anlatmak istediğinden sapmaya başlıyor. En azından bana hissettirdikleri bu yönlü. Bu konu hakkında siz neler düşünüyorsunuz?

– Begüm Akkaya: Aslında filmin ilk düşünülen adı bu değil fakat daha sonra Avrupa gösterimleri için heralde bu isim düşünülmüş.

Türk izleyici için kuma kelimesinin anlamı başka birşey ifade ettiğinden film önyargılı yaklaşıyor olabilir miyiz?

– Begüm Akkaya: Evet. İnsalar gelenek, töre gibi bir konu bekliyor ama aslında anlatılmak istenen bu değil.

4

Şahsen benim de filmin isminden dolayı beklentim Fatma ve Ayşe arasında kuma getirme olayı üzerinden doğan bir ilişkiydi. Fakat daha sonra eşcinsellik, ablanın dayak yemesi, kardeşin Ayşe’ye verdiği tepkiler gelmeye başladıkça ve film hızla ilerledikçe filmin hangi yöne gideceğine dair bir endişe oluştu. Filmde en beğendiğim nokta ise gurbetçi ailelerin nasıl yaşadıklarının inandırıcı olarak aktarılmasıydı. Yarı Almanca yarı türkçe konuşmaları, Avrupa’da yaşamalarına rağmen bir evin içinde hapsolmaları, tüm gördüklerinin Türk mahallelerinden ibaret olması.. Tüm bunlar filmde başarılı bir şekilde işlenmişti.

–  Begüm Akkaya: Ve gerçekten öyle. Biz Viyana’da kalırken Türk mahallesinde kaldık bize de kolaylık olsun diye. Kayıta girmeden önce benim oynadığım Ayşe, Nihal Koldaş’ın oynadığı Fatma karakteri gibi tek kelime Almanca bilmeyen, bürokrası işlerinde çocuklarından yardım almış kadınların vakit geçirdiği parklara gittik ve gerçekten böyle birçok insanla karşılaştık.

– Kadın karakterler filmde çok güçlüydü ama söyleşide söylendiği gibi filmde bu evliliğin gerçek amacının dışında gizli bir amacı olduğunu da gördük. Hasan’ın annesinin ricasının haricinde kendi eşcinselliğini gizlemesi için bu evliliğe razı olduğu gösterildi.

– Begüm Akkaya: Beni de rahat bırakırlar diye.

İşte bu da aslında çok güçlü bir sebepti. Bu iki sebep bir araya gelince acaba film denge kuramayacak mı diye çok düşündürdü. Sonra Ayşe’nin Hasan’a aşık olmaya başlaması, Osman ile ilişki çok ani olaylar olduğundan sanki film çok hızlı bir olay örgüsü içinde aktı.

– Begüm Akkaya: Çok normal bişi hemen hemen aynı yaşlarda, genç bir adamla aynı evde yaşıyor. Osman konusunda da çok hızlı geçmek değil ama ilk defa böyle birşey yaşıyor. Kör kütük bir aşk değil, bir arayışta. O arayışını Hasan’da bulamıyor ve sonra Osman karşısına çıkıyor.

Bu olaylar arasındaki sıçramaları çok hızlı buldum ben. Çok hızlı akıp gitti, sanki herşeye bir anda değinip atlıyormuş izlenimi yarattı ve bu rahatsız etti. Ama en büyük rahatsızlığım Fatma’nın ameliyat sonrası haberi beklenirken bir anda sahnenin kesilip kocalarının ölmüş olması. Bunun sonrasında gerçekten izlerken dağılma yaşadım. Ters köşe yapılmak istenilirken çok abartılı bir sıçrama olduğu izlenimi verdi. 

– Nihal Koldaş: Benim senaryoda okuduğumda en beğendiğim bölüm bu. Niye biliyor musunuz? Çünkü hep belli bir kalıba alışmış gidiyoruz  hikaye anlatımında. Ben çok abartı olduğunu düşünmüyorum. Biraz insan muhakeme yaptığında olaylar karşısında bunun çok doğal bir sonuç olabileceğine karar veriyor. 55-60 yaşında bir adam, gencecik bir kızla biraraya getiriliyor. Bu adamın sağlık durumu nolur 1,5- 2 yıl içinde? O yüzden çok abartılı korkunç birşey değil ölümü. Filmde asıl anlatılmak istenen adam, ve iki kadın değil. Bu üçgeni anlatmıyor. O yüzden bu adamın aradan çekilmesi gerekiyor. Bu da çok doğal bir sonuç. Ben de senaryoyu ilk okuduğumda bir tepki verdim çünkü gafil avlandım ve o kısım benim hoşuma gitti. Film ismine gelecek olursak isim Avrupa seyircisi için düşünülmüş heralde. Çünkü onlar için bilinmedik bir kelime, egzotik birşey.

– Begüm Akkaya: Oryantalist

– Nihal Koldaş: Onlar farklı bir açıdan bakıyorlar. Ama bizim için öyle birşey değil. Biz önyargılarımızla bakıyoruz. Yanlış bir durum diyoruz, gelenek diyoruz. Bir de bu konuda çok dizi, film çekildi. O yüzden yine mi kuma diyebiliyoruz ve bu bir önyargı oluşturuyor.

Bu ufak sohbet için Begüm Akkaya ve Nihal Koldaş’a teşekkür ederim.

Biz hergün bakınız olarak sinema anadoludayız. Gösterimler iki salonla Cinemaximum’da da devam ediyor. Daha Jin, Devir, Sen Aydınlatırsın Geceyi ve birçok film izlenecek. Gelin festival daha da şenlensin. Son söz olarak unutmadan başta tüm nazımızı çeken, bizi en iyi şekilde ağırlamaya çalışan Ahmet Mert Yavuz’a ve  festivale “gerçek” anlamda gönül veren ekip çalışanlarına da teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Tagged